Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAZI insanları, şahsiyetleri hiçbir yere sığdıramazsınız. Kelimelere bile sığmayabilirler, daha doğrusu kelimeler kifayetsiz kalabilir. Yaşar Kemal, Türkçe’nin eşsiz Kürt zanaatkârı, Anadolu’nun beslendiği destanlar kadar destansı eserler veren öykücüsü böyle biriydi.

        Geçen kasım ayında İstanbul Bilgi Üniversitesi kendisine fahri doktora verdiğinde kendini şöyle tanımlamıştı: “Şunu söylemek istiyorum ki ben ‘angaje’, bağımlı bir yazarım. Kendime ve söze ve insanın onuruna bağımlıyım. Bilinçli olarak ben aydınlığın türküsünü, iyiliğin, güzelliğin türküsünü söylemek istedim. Romanlarım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla birlik olsun istedim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir.”

        Yaşar Kemal, doğduğu şartlar bilindiğinde, umutsuz olması için ve öyle kalması için her türlü sebebi olan biriydi. Ama dediği gibi umutsuzluktan umut, yaşadığı sefaletten ve çevresinde gördüğü her şeyden muhteşem insan portreleri, mest eden öyküler, hayalleri zorlayan tasvirler ve hepsinden önemlisi hayat üreten bir yazardı.

        Türkiye için o yalnızca bir muhabir, sıradışı bir mülakat ustası ve sonraları da büyük bir romancı değildi. Uzun yaşamı Yaşar Kemal’i, Türkiye’nin sesi ya da simgesi de yapmıştı. Kemal gibi şahsiyetler hele belli bir kıvama da geldiklerinde, kendilerine her bakımdan çok uzak kalanların bile sevgisini, saygısını kazanırlar. Onların varlığı, varlıklarının simgeledikleri düşmanları bile birleştirir. Hiçbir şey yapmalarına gerek kalmadan bir toplumun ortak sesi, vicdanı olurlar. Söyledikleri ağırlık taşır. Beğenmeseniz de boşveremezsiniz, dediklerini ıskalayamazsınız.

        Ölümünden sonraki tepkilerden de anlaşıldığı gibi Yaşar Kemal bu toplumun ortak vicdanıydı, sesiydi, diliydi. Batılıların “hayattan daha büyük” dedikleri türden bir adamdı. Üstelik hayatına dokunduğu herkesin en yakın dostu, dayanağı, pusulası, rehberiydi.

        Sesinin bu denli derinden gelmesiydi herhalde onu dünyada da tanınmış, saygı gören bir dil sihirbazı, bir öykücü, bir düşünür ve bir mücadele adamı haline getiren.

        Yaşar Kemal, uzun bir hayatın sonunda Türkiye’nin Kürt meselesinde ve 30 yıllık savaşında önemli bir eşiğin geçildiği, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya silahlı mücadeleyi bırakıp siyasi mücadeleye geçme çağrısı yaptığı gün vefat etti. Eğer bilinci açık idiyse kuşku yok ki bundan büyük mutluluk duyardı. Umutsuz gibi görünen durumlardan umut üretmeyi iş edinmiş adam, sorulabilecek netameli soruları sorsa bile herhalde bunları dert etmezdi. Önemli olan barışın önünün açılmış olması ya da en azından bir nesli tüketen şiddetin sona ermesinin mümkün kılınmasıydı.

        Gün iyimser olma günüyse de henüz belirsizliklerin tümü bertaraf edilmiş değil. Meclis’te iktidar partisinin geçirmekte ısrarlı olduğu İç Güvenlik Yasası, çözümden umulan demokratikleşmenin önünde bir engeldir. İktidar partisinin son dönemlerdeki duruşu, dili ve tasarrufları zaten böyle bir beklentiye imkân vermiyor. Her iki tarafın, kendileri için geçerli nedenlerle şiddete son vermeleri kendi başına önem taşısa da buradan elde edeceklerini düşündükleri siyasi fayda farklıdır.

        Gene de T-24 sitesindeki etkileyici yazısında Behlül Özkan’ın yazdığı gibi (http://t24.com.tr/yazarlar/behlul-ozkan/ silahlarin-susmasi-hdpnin-baraji-asarak-solun- temsilcisi-olmasini-saglayabilir,11374) “Türkiye’nin batısını milliyetçilik, doğusunu da silahlı mücadeleyle zehirleyen dönemin sonuna geliniyor. Ancak demokratik mücadele esas şimdi başlamakta”. Bu mücadeledeki ilk etabın da dünkü açıklamaların da ivmesiyle HDP’nin Meclis’e parti olarak girmesidir.

        Böyle bir gelişme “o güzel atlara binip giden o iyi insanlar”dan Yaşar Kemal’in anısına sevdalısı olduğu topraklara ve insanlarına verilecek en güzel hediyedir.

        Diğer Yazılar