Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Herhangi bir ülkede siyaset sahnesindekilerin makyajları akmaya başlayıp alttaki çirkinlik ortaya çıktığında; yolsuzluk, samimiyetsizlik, ceberrutluk yükselmeye başladığında; düzeni oluşturan kurallar çiğnenip, kurumlar tarumar edildiğinde; toplumun ar duygusu çatlayıp, adalet inancı çöktüğünde hemen akla gelen bir replik vardır.

        William Shakespeare’in ünlü piyesi Hamlet’te bir karakter (Marcellus) “çürümüş bir şey var Danimarka krallığında” der. Başka da bir şey demeye gerek kalmaz zaten. O günün Danimarkası veya bugünün devletleri açısından yargı aynıdır. Ve bilinir ki bu çürümüşlüğün ilelebet sürdürülmesi mümkün değildir. Gene de uzun, çok uzun sürebilir bu dönemler.

        Ne kadar uzun sürerlerse de düşüş, kırılma, çöküş o denli dramatik şekilde gerçekleşir. Sanki bu çürümüşlük yokmuş gibi yapanlar ya da bir şekilde bu durumdan hasarsız kurtulunabileceğini düşünenler yanılırlar. Hatta bir kısmı en ağır bedeli de ödeyebilir.

        Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç aslında herkesin bildiğini açıkça söyledi. Dile getirdikleri yalnızca, Ankara belediye başkanının kim ve nasıl bir siyasetçi olduğu konusundaki yaygın kanının teyidinden ibaret değildi. Arınç’ın bu konularda bugüne dek neden sustuğunu açıklayamadan söyledikleri aslında uzun süreli bir iktidar döneminin sonuçlarının altını çiziyordu.

        Bambaşka iddialarla iktidara talip olup, çürümüşlüğe teslim olunduğunu söylüyordu Arınç. Mazur görülmesi mümkün olmasa da, kendi farklılığının altını çizerek ve tüm bunlara parti disiplini veya dava adına göz yumduğunu vurgulayarak aslında Pandora’nın kutusunu açtı.

        Tüm bunlar üzerinde bolca yazılıp çiziliyor. İşin, sonunda nereye varacağını kestirmek güç. ama hayli yavaş ve geç de olsa testi çatlıyor. Çıkar farklılıkları, güç mücadeleleri sessizce yapılamaz oluyor.

        Tüm vatandaşları üzecek ve canlarını yakacak bir noktaya doğru dolu dizgin yol alıyoruz. Bu yolculuğun bugünkü durağı “liste savaşları” yani iktidar partisinde aday listelerini kimin hazırlayacağıyla ilgili mücadele. Aynı kavga, Haziran ayında seçilecek Meclis’teki sandalye dağılımına göre bir rejim değişikliğinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini de belirleyecek. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki, siyasi istikballeri açısından hayati çıkar çatışmasının sonucuna göre birisinin iradesi 7 Nisan’da listelere yansıyacak.

        Tabii bu arada Türkiye’nin dehşet verici bir itibar kaybı içinde olmasının sonuçlarını tartışamıyoruz. Bu itibar kaybı Türkiye’nin kuzey ve güneyinde yeni stratejik dengelerin kurulduğu bir zaman dilimine denk düşüyor. Ankara’nın bu arayışlarla ilgili tarışmalarda etkili bir sesi yok. Yani kendi geleceğini birinci derecede ilgilendiren gelişmelerde Türkiye’nin katkısı sınırlı. Bunun önemli bir sebebi kendi gücünü abartmasıysa bir diğer sebebi de süreç yönetmedeki muazzam dağınıklıktır.

        Çerçeveyi biraz daha genişletirsek uzun vadede farkli bir vahim tablo şekilleniyor. Türkiye’de hukukun üstünlüğü üzerine düşen gölge, mülkiyet haklarının korunması hakkında beliren kaygılar dünyadaki yeni ekonomik iş bölümünde de yaya kalma ihtimalini yükseltiyor. Pek farkında olmasak bile jeopolitik yeniden ağır basmaya başlayınca küresel ekonominin en etkin aktörleri çok uluslu şirketler gelişmeleri kendi çıkarları çerçevesinde tutamıyor.

        Bölgesel ticaret blokları küresel ekonomik alanı genişletecek anlaşmaların yerini alıyor. Rakiplerin mücadelesini kızıştıryor. Çoktaraflı kurumlar kendileri bir savaş alanı haline geliyor. Bu yeni gelişmelere uygun şekilde kendini toparlayamayan, dünya/ bölgesel ekonomik işbölümünde kendine vazgeçilmez bir konumlama sağlayamayanlar okkanın altına gidiyor.

        Liste savaşları kadar heyecan verici değil ama bu muharebeleri de tartışmaya başlamak gerekiyor.

        Diğer Yazılar