Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN, geçmişten yani o felaket, öcülerle dolu, karanlık şiddet dolu 1980 öncesinden tanışıklığımız bulunan kâbus günlerden biriydi. Rehin alınan ve kurtarılması için düzenlenen operasyon sırasında hayatını kaybeden Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz (kendisine rahmet diliyorum) gibi savcılar, gazeteciler, hocalar her çeşit eylemle öldürülürdü.

        Geçmiş kâbuslarda gene de farklı bir taraf vardı. Basının tüm yetersizliklerine rağmen haber verme ve alma özgürlüğü bu denli ezilmezdi. Dolayısıyla vatandaş da içini burkan haberleri okuyabilir, güvenebildiği muhabir veya yazarların kaleminden neyin ne olduğunu anlamaya çalışırdı.

        Sonraları aslında hiçbir şeyi tam öğrenemediğimiz ortaya çıktı. Zira sahnede yaşananları gözlemlemek gerçeği kavramaya yetmiyordu. Sahne arkasında çok farklı bir hikâye yaşanıyordu. O zamanın geçerli deyimiyle “anarşinin” arkasında kimlerin olduğunu, gençlerin nasıl bir tuzağa düştüklerini de ancak yıllar sonra yayınlanan kitaplardan, anılardan, değerlendirmelerden öğrenecektik.

        Üstelik o zamanlar Türkiye AB üye adayı filan değildi. Çağlardan soğuk savaştı, ülkede antikomünizm kol geziyor, ülkücüler de komünistlerle mücadelenin vurucu gücünü oluşturuyordu. Dünkü gibi elektrik kesintileri vakayı adiyeden sayılırdı. Ülkenin iddialarıyla gerçekleri arasındaki uçurum bu denli derin değil, söyleneni sorgulama araçları kısıtlı ama imkânları nispeten fazlaydı.

        Umarım ki bu kez, her şeye rağmen ne yaşandığını, neden yaşandığını, bunların yaşanmasının şart mı olduğunu iyice sorgulamak ve sarih cevaplara ulaşmak imkânı buluruz.

        Her iki devrin ortak partisi CHP. Sürekli kendisiyle kavgalı, hukuku önemseyen, hakları savunan tarafıyla; siyasi katılığı, arkaik milliyetçiliği ve ufuksuzluğu kıyasıya didişen CHP. Siyasi çabalar yerine sivil-asker bürokrasiye sırtını dayamaya alışmış CHP. Üzerine ölü toprağı serpilen çok uzun sürmüş bir dönemin ardından parti nihayet hayatiyet kazanmaya başladı. Hafta sonu gerçekleşen önseçimlerle parti üyelerinin, pek çok tarafı dökülen örgütlerine uyguladıkları şok terapi müthiş bir işlev gördü.

        CHP’nin önseçim yapması Kemal Kılıçdaroğlu’na iki fayda getirdi. Bir yandan partiyi 1930’ların kalıplarında tutmaya çalışan ya da rahatlarını bozmak istemeyenler tasfiye edilirken, diğer yandan bu tasfiye lider eliyle değil örgüt dinamiğiyle yapıldı. Partinin hücrelerine biraz oksijen girdi. Bireysel hak ve özgürlükleri dava edinen, siyaseten daha özgürlükçü daha az bürokratik ve genç, pek çoğu da kadın siyasetçi ön plana çıktı.

        Kılıçdaroğlu’nun hayatını anlatan belgeselin içeriği ve takdimi, ekonomi konusunda Allah’ın tek kuluna güven telkin etmeyen partinin Kemal Derviş’i görev almaya ikna etmesi silkinişin ve yeni enerjinin diğer göstergeleriydi. Tıpkı emeklilere vaat edilen iki bayram ikramiyesi gibi. Bu silkiniş tüm parti örgütünü harekete geçirmeye yetmese bile küçümsenemez.

        Herkesin giderek daha iyi kavradığı gibi 7 Haziran seçimleri Türkiye açısından önemli bir kavşaktır. CHP’nin tek başına iktidar olması ihtimal dahilinde değil. Gene de, önseçimlerin yarattığı olumlu ve enerji dolu hava partinin gerçek oyunun potansiyel oyuna daha fazla yaklaşmasını sağlayabilir. Benzer bir durum diğer muhalefet partileri için de söz konusu olursa Meclis, Türkiye’nin kimi birbiriyle zıt tüm renklerini ve nefeslerini bünyesinde taşıyacak demektir.

        Anayasasını bir toplumsal mutabakat üzerine yazması gereken Türkiye açısından Meclis’e yansıyacak böyle bir zenginlik kâbusun bitmesinin ilk adımı sayılmalıdır. Uzuuun bir aradan sonra CHP kâbusun değil, kâbusun bitişinin habercisi olma iradesini yakalamış görünüyor. Önseçim enerjisi ve azmi seçim kampanyasına yansıdığı takdirde bu irade bir siyasi güç haline de gelecektir.

        Diğer Yazılar