Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan, çarşamba gecesi programını bitirdikten sonra eve gittiğinde 4 zavallı tarafından saldırıya uğradı. Hakan uzun zamandır alenen ölümle bile tehdit edilen bir gazeteci. Buna rağmen yargı, Hakan’ı gazete sütunlarında veya televizyon ekranlarında şehvet içinde tehdit edenler hakkında herhangi bir adım atma gereği duymamıştı.

        Bu tehditlerin dozu arttığı için devletten yakın koruma isteyen, gazetesi 2 kez saldırıya uğramış olan gazetecinin bu talebi ise 17 gün süreyle yerine getirilmemişti. Ancak olayın ardından yapılan açıklamalarda, aslında 2 gün önce kararın çıktığına ve “maalesef” bir bürokratik formaliteye takıldığına inanmamız isteniyor.

        Ahmet Hakan üzerine sürü halinde çullanan korkakların elinden kaçmayı becerip bir komşu apartmana sığınamasaydı belki dün çok daha feci bir durumla karşılaşmış olacaktık. Geç Osmanlı ve Cumhuriyet tarihlerinde gazetecilere saldırı, gazeteci katli ve gazetecilerin baskı altında tutulmaları sıra dışı olaylardan sayılmaz.

        Yerleşik siyaset kültürü içinde bu türden zorbalıklar, bir devletin hukuk içinde kalması gereğini sindiremeyip çete davranışına yeltenmek çok da istisnai değil. Gene de çok uzun zamandan beri hukuk, kurumlar ve devlet adabı anlamında böylesine derin bir çöküntüyü yaşamamıştık. Çok uzun zamandır bir iktidar partisinin, üyeleri ve mebuslarının böylesine sulta altına alındığına tanık olmamıştık.

        Bu partinin bir zamanlar ve hatta hâlâ kendilerini özgürlük ve hukukun savunucusu gibi göstermeye gayret eden kurucu babalarının, önde gelen şahsiyetlerinin tavırları ise ayrı bir ibret vakası şeklinde evriliyor. Kendilerini ezen eski yoldaşları karşısındaki suskunluktan beter çekingenliklerinin, belki de daha doğrusu oportünizmlerinin benzerini de siyasi tarihimizde nadiren yaşamıştık.

        Gerçi Türkiye sağının demokrasi anlayışı hayli sığ bir sandık-çoğulculuk fetişizminin ötesine yazık ki pek geçmemiştir. Ben yaşta olanlar, Adalet Partisi’nin azılı İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın 7 Mayıs 1966 tarihinde Meclis’i basarak milletvekillerinin odalarını arattığını hatırlar. Dönemin CHP Başkanı İsmet İnönü de o zaman tarihe geçen sözlerinden birini söylemiş, “Eşkıyanın gece ne yapacağı belli olmaz” demişti.

        Türkiye İşçi Partililerin varlığı nedeniyle aslında müthiş dinamik bir yasama organı olan o Meclis’te aynı İçişleri Bakanı’nın körüklemesiyle dönemin TİP Milletvekili gazeteci Çetin Altan da linç edilmek istenmiş, üzerine kapanan CHP Milletvekili Yunus Koçak sayesinde ölümden dönmüştü. Milli irade fetişizmiyle seçmen önüne çıkanların o iradenin yansıdığı kuruma olan saygısızlıkları o gün bugündür aslında geçmiş değil.

        Aslında tüm bunların bize gösterdiği, Türkiye’deki en güçlü siyasi geleneğin İttihatçı gelenek olduğudur. İslamcıların da aynı kalıptan çıktığı artık ortadadır. Burada her şey her zaman sadece iktidar uğruna yapılır ve bu gelenekte hukuk gibi gereksiz detaylarla uğraşmak zaman kaybından öte değer taşımaz. Bunca yıllık demokrasi deneyiminden sonra yeni Anayasa yapımının bir toplumsal mutabakat gereği değil, “fiili durumun yasallaştırılması” farzı olarak önümüze sunulabilmesi, geleneğin uzantısıdır.

        Ahmet Hakan da İslamcı gelenekten çıkmış, demokrat çizgiye gelmiş bir gazetecidir. Mesleki başarısı sayesinde geniş kamuoyu açısından referans alınan bir konumdadır. Sözünün bu kutuplaşmış ortamda birbirinden farklı kesimlerce değerli bulunması, onu muktedirler indinde tehlikeli kılan en önemli özelliğidir. Saldırıdan sonra söylediği gibi bu mücadelesini sabırla, sebatla ve imanla sürdürmekten geri kalmayacaktır.

        Gene İsmet İnönü’nün bir sözüyle bitirirsek: “Arkadaşlar, eğer bir memlekette, erbabı namus (namus sahipleri) laakal, eşirra kadar sabur olmazsa (en az kötü insanlar, fesatçılar kadar sabırlı olmazsa), o memleket mutlaka batar.”

        Bu memleket batmayacaktır.

        Diğer Yazılar