Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Suriye’deki durum tek boyuta indirgenemeyecek kadar karmaşık. Orada yaşanan krizin başından beri her atılan adımın doğru olduğunu iddia etmek bu nedenle zaten doğru değil. Ama daha vahimi Suriye krizinden birinci derecede etkilenmiş Türkiye gibi bir ülkede bu tavrın korunması hatalardan ders alınmadığını gösteriyor. Hatalardan ders almayı bilmeyen devletlerin de sonunda büyük bedeller ödemek zorunda kalmaları genelde tarihin akışına uygun bir sonuç olur.

        Sanırım Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde iç politika ile dış politikanın bu denli iç içe girdiğine, dış politika üzerinden iç politika sermayesi biriktirildiğine rastlanmamıştır. Tabii ki tüm ülkelerde iktidarlar, özellikle içeride sıkıştıklarında dış politikadan medet ummaya çalışırlar. Ancak bunun genelde bir sınırı da vardır. Bu sınır da herhalde ülkenin dirlik, düzen ve geleceğinin riske atılmamasıdır.

        Bu nedenle dış politika sicilini, nesnel, komplekssiz ve sakin bir şekilde gözden geçirmek şarttır. Özellikle bugünkü gibi çalkantılı dönemlerde, hele Ortadoğu gibi herkesin bir şekilde parmağını soktuğu bir bölgede, hata yapmak büyük bir suç sayılmaz. Ama bu hatayı içeride irtifa kaybetmemek veya daha büyük risklerle telafi etmek amacıyla görmezden gelmek akıllıca değildir. Tekin, hiç değildir. Ülke çıkarlarına uygun da olamaz.

        Bu eğilimde cihatçı örgütlerin Suriye’deki meşru muhalefete önemli destek verecekleri hesabı doğrultuyu belirlemişti. Dünyanın başka yerlerinde cihatçılar üzerinden hesap yapanlar, sonunda kendi bünyelerine bu unsuru soktuklarını görmek veya başkalarından duymak istememişlerdi.

        Üstelik bu uğurda, sonradan söylenenlerin aksine benimsenen tavır Türkiye’yi mezhepler üstü ve ötesi şekilde konumlandırmak değil, mezhepçi savaşın taraflarından biri haline getirmek olmuştu. Zamanında dinlediğim bazı yetkililer bu unsurların Şam’da yeni bir yönetim işbaşına geldikten sonra zaten zapturapt altına alınacağını büyük bir özgüvenle söylemişlerdi.

        Sonuçta olaylar böyle gelişmedi. Suriye iç savaşının (ki aynı zamanda İran ile Suudi Arabistan arasında bir vekalet savaşıdır) uzamasıyla en aşırı cihatçı örgütler ve bunların içinde de bir devlet kurma projesini de üstlenen IŞİD öne çıktı. Gerek Diyarbakır-Suruç-Ankara saldırıları/ katliamları, gerekse giderek sıklaşan IŞİD karşıtı operasyonlar tehlikenin Türkiye bünyesini de sardığını gösteriyor.

        Suriye’de yapılan değerlendirme hatalarından bir diğeri de bu ülkenin Kürtlerinin sürdürdüğü mücadeleyi sadece Türkiye’nin PKK mücadelesi bağlamında görme noktasına gelmek oldu. Başlarda iyi kötü sürdürülen diyalog giderek kesildi. İki hafta önce bir grup gazeteciye konuşan yetkilinin ifşa ettiği gibi Türkiye’deki çözüm süreciyle Türkiye’nin IŞİD karşısından korumamayı tercih ettiği PYD’nin giderek meşrulaşması arasında kurulan bağ, içeride sürecin dondurulması, Suriye’de ise PYD’nin namlunun ucuna yerleştirilmesiyle sonuçlandı. Bunun çıkar yol olmadığına şüphe yok.

        Eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen’in Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı gibi “Türkiye’nin IŞİD riskini yönetebilmesi; Irak ve Suriye Kürtleriyle, onları temsil eden siyasi kurum ve oluşumlar üzerinden akılcı ve art niyetsiz ilişkiler kurmak, kendi içinde de başta Kandil olmak üzere gerekli doğrudan temasları derhal başlatarak çözüm süreci adı altındaki çatışmasızlık haline geri dönmekten geçer”. Bu da yeni değerlendirmelerle birlikte yeni rota çizilmesini gerektirir.

        Gene Selcen’in yazdığı gibi, “Dış siyasete yeni ayar yapabilmek, mitlerden değil verilerden hareket etmeyi ve bunları siyasi liderliğe yaranma kaygısından bağımsız biçimde değerlendirebilmeyi gerektiriyor”.

        Seçimden sonra bu aklın işletileceğini umalım.

        Diğer Yazılar