Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİLDİĞİMİZ dünya düzeninin temellerinin sarsıldığı, kurumsal yapıların yetersiz kaldığı, devletlerin eridiği, devlet dışı örgütlerin iyice ön plana çıktığı, Rusya’nın aslında kendisine de ciddi maliyet yükleyen hamleleri sonucu jeopolitik rekabetin bütün haşmetiyle geri döndüğü ve mezhep savaşlarının Arap-İslam dünyasının geleceğini mahvettiği bir yılı geride bırakıyoruz.

        2015, son ayında imzalanan Paris anlaşmasıyla insan türünün sonunu getirebilecek iklim felaketinin önünün kesilmesi için bir umudun doğmasını sağladı. Ne pahasına olursa olsun ekonomik büyüme peşinde koşan gelişmekte olan ülkelerin kömür yakmaktan vazgeçip geçmeyecekleri, düşük petrol fiyatları nedeniyle alternatif enerji kaynaklarının kullanımına yönelmekten vazgeçilip geçilmeyeceği henüz meçhul. Yine de Paris anlaşması, alternatif enerji maliyetlerinin düşmesiyle birleştiğinde felakete gidişin durdurulması değilse de yavaşlatılması ihtimalini güçlendirdi.

        Paris anlaşması, Ortadoğu’daki sicili nedeniyle çok eleştirilen Obama yönetiminin sessiz sedasız başarılarından birisi diye de kabul edilebilir. Başkanın tarzına uygun şekilde ABD fazla da yaygara koparmadan bir mutabakata erişilmesinde kayda değer bir rol oynadı. Obama yönetimi açısından bir diğer başarı, Çin dışındaki 12 önemli Asya ekonomisi ile ABD arasındaki Pasifik Ötesi Ortaklık (Trans Pacific Partnership) adlı serbest ticaret anlaşmasının imzalanmasıydı.

        Yükselen güç Çin’in, stratejik önceliğini Asya olarak ilan etmiş ABD tarafından dengelenmesinin ekonomik ayağının bu anlaşmayla gerçekleşmesi bekleniyor. Ne var ki anlaşmanın Amerikan Kongresi tarafından onaylanması gerekiyor. Anlaşmaya Demokrat Parti’den önemli bir kesim karşı olduğundan onay için oylama gelecek yıl gerçekleşmeyebilir. Demokratların başkan adayı olması beklenen Hillary Clinton bile bakanken desteklediği bu anlaşmaya işçi oylarını kaybetmemek için karşı çıktı.

        Bu arada Çin yönetimi, kendi içindeki çürümüşlükle ciddi bir mücadeleye girip epey temizlik yaptı. Hızı düşen büyümesine ve ekonomisindeki kırılganlıklara rağmen para biriminin IMF tarafından rezerv para statüsüne sahip olmasını sağladı. Stratejik olaraksa Çin’in, Güney Çin Denizi’ndeki mercanlardan ada yapma projesi, 5 trilyon dolarlık ticaretin geçtiği bu denizde gerginliği çok artırdı.

        Yıl içinde pek çok açıdan en büyük sarsıntıyı Avrupa Birliği projesi yaşadı. Üye ülkelerde AB fikrine karşı ırkçı, yabancı düşmanı, milliyetçi popülist partiler siyaseten yükselirken, birliğin dayanışma ilkesi de üst üste gelen krizlerle ciddi şekilde aşındı. Hemen her yerde sosyal demokrat veya işçi partileri zemin kaybetti. Bir bakıma yüz yıl kadar önce liberal partilerin yerini sosyal demokrat/işçi partilerinin almasına benzer şekilde popülist partileri öne çıkaran bir dönüşüm yaşanıyor.

        Yılın ilk yarısında AB’nin büyük krizi Yunanistan meselesinin nasıl halledileceğiyle bağlantılıydı. Yunanistan’ın popülist ve oportünist lideri Aleksis Çipras, halkına referandumda istikrar paketine “hayır” oyu verdirdikten sonra onların iradesini hiçe saydı. Daha ağır şartlarda bir pakete razı oldu.

        AB dört buçuk yıl boyunca Suriye’deki krizin o ülkede kalacağını, savaştan kaçan mültecilerin ilelebet Ürdün, Lübnan ve Türkiye tarafından tutulacağını bekledi. Suriyeli mülteciler akın akın AB başkentlerine gelince de ciddi bir kriz yaşandı. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki ırkçılık patladı, dayanışma iflas etti. Almanya krizin yönetiminde ön plana çıktı. Türkiye- AB ilişkileri bu kriz nedeniyle yeni bir başlangıç fırsatı yakalar gibi oldu.

        Tüm bu gelişmelerin sonucunda Almanya neredeyse kendisine rağmen AB’nin siyasal liderliğini üstlenmeye başladı. Ukrayna krizinden sonra Rusya politikasını belirleyen Angela Merkel de Avrupa’nın en önemli siyasetçisi ve nihai kararları veren tek lideri konumuna geldi.

        Diğer Yazılar