Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Amman

        Aslında başta tasarlandığı şekliyle hayata geçirilemediği halde Ortadoğu’daki siyasi coğrafyaya herkes Sykes-Picot düzeni adını verir. Halbuki emperyal güçlerin yeni devletleri neden dayattıkları sınırlarda kuramadıklarını, bazılarını ise ayakta tutamadıklarını anlamak bugün için de önemli. Haritaların bu topraklarda yaşayan insanlara danışılmadan şekillendirildiği için anlaşma baştan itibaren gayri-meşru addedilmişti. Nitekim Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de çıkan güçlü isyanlar sömürgeci devletleri hayli zorlamıştı.

        Bu isyanlarda yerel güçlerin direnişi, bu coğrafyada yaşayan insanların ve toplulukların aralarındaki tüm ayrışmalara rağmen belli bir coğrafi aidiyet duygusuna sahip olmaları önemli bir rol oynamıştı. Direniş, dayatılan sınırları değiştirdiğine göre de bu sınırlara “suni” demenin pek anlamı kalmıyor.

        Bölgedeki büyük parçalanmayı ve giderek bir vahşet gösterisi haline gelen mezhep savaşını 100 yıl öncenin sınır düzenlemeleriyle açıklamaya çalışmak bu nedenle en hafifinden eksik bir analiz anlamına geliyor. Böylesi bir çözülmenin neden mümkün olduğunu anlamak için başka unsurlara da bakmak gerekir.

        Bunların içinde pek tabii büyük güçlerin bölgedeki çıkarları, petrolün mevcudiyetinin belli başlı rejimlere ciddi bir sigorta poliçesi görevi görmesi var. Ancak emperyalizmin varlığı ve petrolün dünya ekonomisinde oynadığı hayati rol yerleşik düzenlerin çözülmesini ve gayet kanlı şekilde dağılmasını açıklamaya yetmiyor. Hatta bu düzeni yalnızca fiziki olarak değil siyasi açıdan da çökerten ABD’nin 2003 yılındaki Irak işgali bile yaşananların yegâne nedeni olmaktan çok en etkili yıkıcı darbesi sayılabilir.

        Sykes-Picot düzeni yalnızca siyasi coğrafyanın çizgilerini belirlemiyordu. Aynı zamanda bu düzenin siyasi yapısında Sünni Arapların Arap olmayanlar ve Sünni olmayanlar üzerindeki mutlak üstünlüğü ve hâkimiyeti de verili sayılıyordu. Lübnan bu düzen içinde aslında bir Maruni-Sünni mutabakatı üzerinden işliyordu. 1966’dan sonra Nuseyrilerin gücü ellerine geçirdiği Suriye’de bile toplumsal açıdan Sünni ağırlığı korunuyordu.

        Saddam’ın devrilmesiyle ABD siyasi iktidarın toplumsal tabanını değiştirmiş oldu. Kısacası Şiileri ve Kürtleri iktidara taşıdı. Şii azınlığın yaşadığı tüm Arap coğrafyasında bunun çok ciddi artçı şokları da görüldü. Bu şokları şiddetlendiren bir diğer unsur ise jeopolitikti ve Bush yönetiminin stratejik başarısızlığı/beceriksizliği yüzünden İran bölgenin en güçlü ülkesi haline de gelmişti.

        ABD’nin, orduyu lağvedip, Baasçıları yönetimden tamamen dışlayarak Irak devletini çökertmesi ve Şii siyasetçilerin Sünnilere hiç alan açmak istememesi iç savaşı ve mezhepsel ayrışmayı getirdi. Irak dikiş tutmaz hale geldiği gibi, IŞİD gibi bir örgütün palazlanmasını sağlayacak koşullar da yerleşti.

        Ortadoğu’daki düzen bu savaş olmasaydı da muhtemelen giderek çürüyecek ve bir vakitte çökecekti. İşgalden yedi yıl sonra patlayan Arap isyanları ekonomik ve siyasi koşullar kadar sağlık, eğitim gibi sosyal hizmetlerin nicelik ve niteliğinde yaşanan acı düşüşe karşıydı. O isyanlar rejimlerin içten çürümüşlüğünün boyutlarını da tüm dünyaya göstermişti. Kısacası, Ortadoğu düzenlerini yıkan ve kimlik siyasetlerine gidişin yolunu açan asıl unsur sınırların içindeki çok kimliklilik değil rejimlerin kendi halklarına yabancılaşmaları ve meşruiyetlerini neredeyse tümden yitirmeleriydi.

        Konferansta kapsamlı bir sunum yapan Aslı Bali’nin yazdığı gibi rejimlerin toplumlarıyla yaptıkları anlaşma aslında tek taraflı bozulmuştu. Özellikle 1980’lerden itibaren artan eşitsizlik, azalan iş imkânları, patlayan nüfusa yönelik yapıcı hiçbir tedbirin alınmaması bu merkeziyetçi, ceberut, çürümüş, beceriksiz ve acımasız rejimleri iflas ettirmişti.

        Bu koşullar var oldukça ve Arap ülkelerinin toplumsal/siyasi seçkinlerinin ihaneti sürdükçe bölge mezhepçilikle kavrulacak, IŞİD ve benzerleri de giderek palazlanacaktır.

        Diğer Yazılar