Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Birleşmiş Milletler’in Suriye özel temsilcisi Staffan de Mistura cuma günü Cenevre’de başlayacak müzakereler için davetiyeleri gönderdi.

        Yazıya başlarken kimlerin davet edildiği, dolayısıyla Türkiye’nin istemediği buna karşılık Rusya’nın mutlaka istediği PYD’ye davet gönderilip gönderilmediği belli değildi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ültimatomu muhtemelen bu davetin PYD’ye de gönderildiğini düşündürüyor.

        Doğrusu Cenevre’den bir sonuç çıkacağını sanmıyorum. Suudi Arabistan’dan gelen tüm işaretler bu ülkenin, İran’ın kanatları kırpılmadıkça Suriye’deki vekâlet savaşına devam edeceğini gösteriyor. Buna karşılık iç savaşın bir şekilde kontrol altına alınmasını isteyen tüm taraflar bir süre Beşar Esad rejimiyle devam edilmesinden yana. Bu durumda karşılıklı yıpratma savaşı tüm şiddetiyle devam edecektir.

        Esad rejiminin daha bir süre yerinde kalacak olması vicdanen kolay sindirilecek bir durum değil. Buna karşılık, ille de Esad gitsin diye Suriye’de yaşayan insanların daha fazla şiddete maruz kalmalarını, sefalet çekmelerini, evsiz barksız halde farklı gruplarca kıyıma uğramalarını seyretmek de insafsızlık. Bugünkü şartlarda taraflardan birinin silah üstünlüğüyle savaşı bitirmesi güç. O halde şartlara göre bir çözüm aramak gerekir. Bunu yaparken de Suriye’deki demokrasi ve özgürlük arayışının bir kanlı iç savaşa dönmesinde, bu iç savaşta rejimin vahşetine benzer vahşeti gözlerini kırpmadan uygulayabilenleri destekleyenlerin payını da unutmamak gerekir.

        Bildiğimiz haliyle Suriye artık yok ve muhtemelen yarın bir mucize sonucu barış gelse toplumu eski haliyle onarmak mümkün olmayacak. En basitinden pek çok yerde birlikte yaşama pratiğine geri dönülmesi artık imkânsız denecek kadar zor. Güya “ılımlı” muhalefetin kontrol altında tuttuğu yerlerde yaptıkları Suriye toplumunun dokusuna verilen tahribatın boyutlarını gösteriyor. Pek çok yerde dinsel azınlıklar yurtlarından sürülmüş, Dürziler din değiştirmeye zorlanmış, türbeleri bombalanmış. IŞİD’in kontrolündeki yerlerde neler yaşandığını ayrıca anlatmaya gerek yok.

        Dolayısıyla Türkiye’nin, Uluslararası Af Örgütü raporlarıyla da desteklenen, PYD’nin kontrolündeki topraklarda etnik temizlik yapılıyor ifadesi, var olan koşullarda kimseyi etkilemiyor. Hatta tersine aynı hassasiyetin Türkiye’nin desteklediği grupların kontrolündeki yerlerde neden gösterilmediği sorusunu da sorduruyor.

        Kısaca özetlediğim bu koşullarda Türkiye’nin şu ya da bu gerekçeyle Cenevre’ye gitmemesinin muhasebesinin iyi yapılması gerektiğini düşünüyorum. Cenevre’ye gitmemekle ne kazanılacağını iktidar açıklamış değil. O masadaki hemen herkes kendine göre hazmı zor taraflarla konuşmak zorunda kalacak. Ankara’nın o masada bulunmamasının sonuçları ise Suriye denklemindeki bir hayli azalmış etkisinin daha da seyrelmesine yol açacak.

        Öncelikle Cenevre’ye gitmeyen bir Türkiye o masadan dışlanmış en radikal İslamcı unsurlarla, ki herhalde eylemlerine daha şiddetle devam edeceklerdir, aynı safta görülecek. IŞİD karşıtı mücadelede en yetkin grup olan PYD’nin önünü daha fazla açmış olacak. Rusya’nın Suriye’de fiilen devreye girmesiyle durumları kritik olan ve Rus uçağının düşürülmesi sonucu korunamaz hale gelen Türkmenlerin haklarını savunma imkânından mahrum kalacaktır.

        Bunların da ötesinde Türkiye’nin dış politikasının yalnız ve Suudi Arabistan çıkarlarına eklemlenmiş görüntüsü keskinleşecektir. Ankara şu anda Moskova ile kavgalı, Washington ile ilişkilerinde hayli sorunlu, çevre ülkelerin pek çoğunda büyükelçisi olmayan, Tahran ile diyaloğu sınırlı, Bağdat ile ciddi itiş kakış içinde bir başkent.

        Bu tablonun Kobani’de yanlış karar vererek, Rojava’da etkili olma şansını kaçırmanın olağan sonucu olduğunu da hiç unutmamak gerekir. Yanlıştan dönmeyi bilmemenin de.

        Diğer Yazılar