Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünya, henüz soğuk savaş sonrası döneminin düzenini, kurumlarını ve kurallarını oturtabilmiş değil. Eski güçlerin eskisi kadar etkili olamamaları kadar, yükselen genç ülkelerin dünya düzeninden talepleri yeni düzenin kotarılmasını zorlaştırıyor. Küreselleşme bir örgütleyici ilke olarak tek başına bunu zaten sağlayamamıştı. Üstelik 2008’de yaşanan ve hâlâ tam atlatılamayan kriz nedeniyle dünya ekonomisinin de taşları fena halde yerinden oynamış durumda. Küresel sisteme dahil tüm ülkelerde ekonomik krizin yarattığı toplumsal dalgalanmalar siyasete de yansıyor ve dış politikada hareket kabiliyetini zayıflatıyor.

        Türkiye, önümüzdeki dönemde bu belirsizliklerle dolu, küreselleşme dinamiklerinin zayıfladığı, iç siyasal çalkantılar nedeniyle demokratik ülkelerin seçkinlerinin daha fazla içeriye odaklanacakları şartlarda siyaset üretmek zorunda. Önündeki tercihlerden biri, Fuat Keyman’ın tanımlamasıyla, orta ölçekli bir bölgesel güç olarak sistem onarımı ve inşaatında rol oynayacak ön alan bir ülke olmak. Diğeriyse Batı sistemini tehdit eden mülteci ve IŞİD krizlerinde tampon bölgelik yapmak.

        Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin Çeşme’de yapılan kongresinin son oturumunda bu konular hakkında üzerinde düşünülmesi gereken fikirler tartışıldı. Oturuma katılanların tümü 1991 sonrasından itibaren, 90’lı yılların tüm çalkantılarına rağmen şekillenen dış politikanın temel yönelimlerini tespit ederek genelde olumlu buldular. Buna karşılık Arap isyanlarının patlamasından itibaren izlenen dış politikanın geçtiğimiz 5 yıl içinde Türkiye’yi güçten düşürdüğü, itibar kaybetmesine yol açtığı hakkında mutabakat vardı. Hataların nedeni, derinliği ve politikaların nüanslarında görüş ayrılıkları varsa da bugün varılan noktada bazı ayarların ivedilikle yapılması gerektiği herkesin ortak görüşüydü.

        Konuşmacılar, dış politikada tutarlı ve kapsamlı bir rota çizimine başlayabilmek için Kürt meselesinin bir şekilde çözüme bağlanması gerektiğinde mutabıktılar. Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz, “En önemli dış politika meselemiz aslında iç meselemizdir” derken buna vurgu yapıyordu. Çeviköz aynı zamanda yeni bir dış politika şekillendirilirken Türkiye’nin İsrail ile olduğu gibi Rusya ile de ilişkilerinin mutlaka düzelmesi ve mümkün olduğunca normalleşmesi gerektiğine vurgu yaptı.

        Eski AB Bakanı Beril Dedeoğlu da Rusya ile ilişkilerin Türkiye açısından belirleyici olduğunda hemfikirdi. Dedeoğlu’na göre de Arap isyanları ve IŞİD’in parıldamasının ardından dünya güçleri, devleti ve merkezi otoriteyi güçlendirmenin mutlak bir gereklilik olduğuna hükmetmişlerdi. Bu durumda halklar, aşiretler, siyasi hareketler, mezhep yapılanmaları üzerinden sürdürülecek diplomasi çabaları da muhtemelen sonuç vermeyecekti. Türkiye açısından bu, Ortadoğu’da Körfez dışındaki ilişkileri gözden geçirme zorunluluğu anlamına geliyordu.

        Böyle bir ortamda Rusya’nın Türkiye’ye yönelik politikası, güvenlik kaygıları artan Ankara’yı istese de istemese de Batı ittifakına doğru iteliyor. Ancak Dedeoğlu’na göre de anahtar Kürt meselesinde. Türkiye’nin, Suriye sınırının güneyinde bir Kürt siyasi yapılanmasına müsamaha gösterip göstermeyeceğinde. Türkiye, Kobani krizinde bu soruya “Hayır” diye cevap verdiği için, PKK tarafından tüm enerjisini Güneydoğu’ya harcamaya zorlandığı gibi, Rusya nedeniyle yaklaşmaya çalıştığı müttefikleri de bu kararın gözden geçirilmesi için Ankara’yı sınıyor.

        Fuat Keyman ise 2010-11’e kadar proaktif siyaset izleyebilen ve AB’yi çıpa olarak kullanırken diğer bölgelerde güçlenebilen Türkiye modelinden çıkmanın ülke açısından bir beka sorunu oluşturacağını düşünüyor. Bu nedenle o da Kürt meselesine farklı bir bakışın egemen olmasından, bölgedeki Kürt unsurlarla yeni işbirliği imkânları aranmasından yana.

        Bu tarz bir manevranın yapılabilmesi içinse Çeviköz, Dedeoğlu ve Keyman, AB projesine yeni bir açılımla dönülmesi gerektiği kanısında. AB’nin kendi derin krizine rağmen bu kez Türkiye’nin bir teklifle gitmesini, buna soyunurken de demokratik çerçevesini düzeltmesini talep ediyorlar. Alternatif başkasının çıkarlarına tampon olmaksa, belli ki aslında daha anlamlı bir seçenek de yok.

        Diğer Yazılar