Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Boston’da girdiğim kitapçıdaki kitaplardan bazıları ABD’nin bugünkü ruh hali hakkında iyi bir fikir veriyordu. Raflarda “Beyazlar” (The Whites) başlıklı bir kitabın varlığı bile neredeyse tek başına 2016 Başkanlık seçimlerinin sarsıcı sürprizlerinin arka planını özetliyordu. Seçimlerin akışı kitlenin ihtiyaçlarına ve taleplerine cevap vermeyen bir sisteme yönelik itirazlar kadar kendisini kuşatma altında hisseden hemen her sınıftan beyaz Amerikalının tepkisini yansıtıyor.

        Bundan bir yıl önce Donald Trump’ı kimse ciddiye almıyordu. Bugünse Trump Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı. Bir yıl önce, Bernie Sanders’in nefesinin tüm bir kampanyayı sürdürmeye yetmeyeceğinden hemen herkes emindi. Bugünse Sanders kazanamayacağı bir kampanyayı son eyalet California’ya kadar sürdürecek enerjiyi ve maddi desteği buluyor. Partisinin seçkinlerini huzursuz ediyor. Huzursuz ediyor zira bir yandan kurultay sonunda başkan adayı olacak Clinton’a destek verip vermeyeceği belli değil. Diğer yandansa ona hâlâ paralarını ve oylarını verenlerin varlığı parti tabanının rahatsızlığını, Clinton’dan tatmin olmayışını ve neredeyse kontrol edilemeyecek bir isyan arzusunu gösteriyor.

        Bu isyan arzusu ve vakıası Trump ve Sanders adaylıklarının ortak paydası da sayılabilir. Her iki aday birbirleriyle ideolojik açıdan taban tabana zıt olsalar bile toplumun, özellikle farklı sınıflardan beyaz çoğunluğun derin rahatsızlığından besleniyorlar. Sanders’in destekçi kitlesi daha eğitimli ve nitelikli gruplardan oluşuyor. Özellikle gençlerden aldığı desteğin önemli bir nedeni bu neslin geleceğin belirsizliklerinden kaynaklanan korkuları. Bedava üniversite eğitimi vaadi, ağır bir borç yüküyle okuldan mezun olanlara hitap ediyor. Eşitlik vaadi de gelir dağılımı dehşetli bozulmuş bir toplumda yankı buluyor.

        Yerleşik düzenin kendilerine haksızlık ettiğinden artık emin olan beyaz alt sınıflar ve giderek eriyen orta sınıfların bir kısmıysa, öfkelerini ve sisteme güvensizliklerini Trump’a destek vererek gösteriyorlar. Tarihçi Walter Russell Mead’in yazdığı gibi, “Trump ‘HAYIR’ siyasetinin bugüne dek gördüğüm en saf örneği. Trump olgusuna enerjisini veren şey reddetmenin gücü.”

        Trump destekçileri genelde daha az eğitimli ve daha niteliksiz çalışan sınıflardan oluşuyor. Küreselleşmenin, neo-liberal ekonomi politikalarının kendi aleyhlerine çalıştığını piyasanın yalnızca zenginlere yarar sağladığını görüyorlar. Cumhuriyetçi Parti’nin devleti ve sosyal güvenlik sistemini küçültmek isteyen seçkinlerinin aksine devlet desteğine ihtiyaç duyan, korunmak isteyen, kültürel değerlerinin de ezilmemesini talep eden bir kitle bu. Ne istediğini tam bilmese bile ne istemediğini biliyor.

        Demokrat Parti’nin 1930’lardan itibaren kitle desteğinin omurgasını oluşturan mavi yakalı işçi sınıfı artık neredeyse tümüyle partisinden kopmuş. Trump’ın açık sözlülüğünde, yerleşik düzenin seçkinlerine veryansın etmesinde, muhtemelen derin cehaletinde kendisine hitap eden pek çok unsur buluyor.

        Tahminlerin aksine Hillary Clinton güçlü bir aday değil. Zamanın değiştiğini, seçkinlerin kurguladığı düzenin kurumlarının meşruiyet yitirdiğini görse bile buna derman olacak bir siyaset üreteceğine dair güven telkin edemiyor. Kocasının sicili nedeniyle Trump’un saldırılarına açık. Trump’a saldırmanınsa pek bir getirisi yok, zira onun destekçileri tutarlı bir siyaset, bilgi birikimi filan beklemiyorlar. Kitle psikolojisiyle, seçkinlere bir darbe indirmek peşindeler. O nedenle Amerikan demokrasisi giderek gücü artan bir popülist baskı, kimilerine göre de yükselen faşizm tehdidi altında.

        Özetlemek gerekirse, Mead’in saptadığı gibi, “liberal dünya düzeni ve Amerikan’ın siyasal/ekonomik sistemi giderek çözülüyor”. 2016 seçimleri bu çözülmenin durdurulup durdurulamayacağıyla ilgili bir ilk sınav diye görülebilir.

        Diğer Yazılar