Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gelecekte bugünlerin tarihi yazıldığında Birleşik Krallık’ta yapılan referandum herhalde önemli bir dönüm noktası olarak kayda geçecektir. En kısa şekilde söylemek gerekirse, liberal modelin seçkinlerinin toplumsal talepleri karşılama konusundaki eksiklikleri, isteksizlikleri ya da kayıtsızlıkları, giderek kabaran bir itiraz dalgasını besledi.

        Şimdi tüm gelişmiş ülkelerde ekonomik çıkarlarını baskı altında hisseden, alışık olduğu güvencelerin teker teker avuçlarından kaymakta olduğunu düşünen, gelecek kaygısı duyan ve kültürel olarak dışlanmışlığın eziklikle karışık öfkesini sürekli içinde besleyen bir alt sınıf isyanı başladı.

        Bu isyanın hedeflerinin doğru ya da yanlış olması isyancılar açısından önem taşımıyor. İsyanı sürükleyen liderlerin bir yeni toplumsal modeli şekillendirmede ne ölçüde başarılı olacakları bilinmiyor. Hatta isyan edenlerin bu isyanın başarıya ulaşması halinde kendilerini daha zor durumda bulmaları ihtimali de güçlü. Ne var ki isyan mantığın değil duyguların sesini dinliyor ve benzer tüm halkçı hareketlerde olduğu gibi bir devr-i saadetin arayışı içinde öfkesini ortaya koyuyor.

        Kendisine, önümüzdeki sorunların “karmaşık”, “dikkatle uygulanması gereken reçeteler gerektiren”, “basit çözümlere açık olmayan” niteliklerinden bahsedenlere isyancıların sabrı yok. Dertlerine basit, yalın ve kolay çözümler istiyorlar. Bunun formülünü arıyorlar. Böyle bir ortamda yabancıların, göçmenlerin, uzaktaki duyarsız Brüksel bürokrasisinin günah keçisi haline gelmesi zor olmuyor. Bu ateş sönene kadar, ki kolay kolay söneceğe benzemiyor, daha bir süre bu öfke dalgalarının sürüklediği kitleler yerleşik demokratik siyasal düzenleri sarsacak.

        Yerleşik seçkinler uzun süren duyarsızlık ve rehavetlerinin bedelini ödüyor. Bugüne dek kendilerini uyaranlara kulaklarını tıkamışken bugün büyük bir telaşla ne yapılabileceğinin derdine düşmelerini sağlayan da doğrusunu söylemek gerekirse Donald Trump olmuştu. Şimdi ise İngiltere ve Galler halklarının AB’den çıkma kararı vermeleri kaygıyı, hatta çaresizliği perçinledi. Bu karara destek veren ekonomi dışına itilmiş, daha yaşlı, içe kapalı bir kültüre sahip olanların nesnel tüm kriterlere göre en büyük bedeli ödeyecek olmaları da belki kararın en ironik, hatta trajik sonuçlarından biri sayılabilir.

        Belki toplumsal tarihte ilk kez yaşlı kuşaklar, genç kuşakların haklarını ve yaşam şanslarını çiğneyerek kendilerini korumaya da çalıştı. Yaşadığımız ekonomik ve ona bağlı toplumsal/siyasal krizin büyük ölçüde nesiller arası kaynak paylaşımı krizi olduğunu bundan daha açık şekilde göstermek herhalde mümkün olmazdı.

        Brexit’in AB açısından bir kırılma noktası olduğunda hemen herkes fikir birliği içinde. Projenin özü zedelendi. AB karşıtı, varlık sebepleri AB’nin kuruluş ilkelerine taban tabana zıt, barış ve birlikteliğin değil çatışma nefreti siyasetini yapanlar siyaseten yükselişte. Giderek isteri düzeyi artan toplumsal katmanlar, kurumsal barajları yıkmaya hazır. Brexit onlara bunu yapabilecek güce sahip oldukları mesajını da verdi.

        Yerelcilik (nativism) giderek zincirlerinden boşalacak. Amerikalı sosyolog Christopher Lasch’in 22 yıl önce yazdığı Seçkinlerin İsyanı ve Demokrasiye ihanet (The Revolt of the Elites and the Betrayal of Democracy) başlıklı kitabında altını çizdiği gibi, küreselleşmeye en çok uyum sağlayanlar, bu olgunun geride bıraktıkları, ezdikleriyle bağlarını koparmıştı. Şimdi kendisini aldatılmış hisseden o “demos” halk, sistemin kurumlarına güvenmediğini ilan ederek sesini duyurmaya çalışıyor.

        Bu çabanın popülist demagoglar aracılığıyla yapılması, tatsız ve geleceğe yönelik hayli karanlık bir tabloyu mümkün hale getiriyor kuşkusuz. Ancak bu çığlık duyulmadan da gerekli adımların atılması mümkün olmayacaktı. Asıl mesele, liberal/solcu/ kozmopolit seçkinlerin popülist dalgaya karşı masaya koyacakları inandırıcı ve çoğunluğu kollayan bir projeleri olup olmadığıdır.

        Diğer Yazılar