Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden Ankara’da olacak. Uzun zamandır zaten pek matah sayılmayacak bir seyirde ilerleyen ilişkiler, darbe teşebbüsü ardından dibi görünmeyen bir krize girdi. Türkiye’de sağcısı solcusuyla çok geniş bir cephe darbe teşebbüsünde ABD’nin parmağı bulunduğuna iman etmiş durumda. Yakın tarih, ideolojik farka bakılmaksızın salt Türkiye’ye yönelik envai çeşit komplo üzerinden okunuyor.

        Her zamanki gibi Türkiye’de yaşayanların, Türkiye’yi yönetenlerin bu yaşananlarda payı olduğu üzerinde pek durulmuyor. Özellikle iktidar yanlısı medyada esen sert, şiddetli anti-Amerikancı rüzgâr ülkede yaygın bir nefret havasını körüklerken, gerçeklerle asgari düzeyde bile bağı olmayan söylemler, kurumlara yönelik aslı astarı olamayacak suçlamalar analiz adı altında tedavüle geçiyor.

        Daha da vahimi dış politikada günü kurtarmak ve geçmiş dört-beş yıl içindeki akıllara durgunluk veren hataları düzeltebilmek amacıyla yapılan hamlelerden müthiş stratejik açılımlar çıkarma sevdasına hemen herkes katılıyor. Son yıllarda ısrarla ve inatla izlenen dış politikanın, Türkiye’nin içindeki asayiş durumunun, çözüm sürecinin bitmesinin, IŞİD’e gösterilmiş müsamahanın Türkiye’yi ne kadar zayıflattığı gündeme gelmiyor. Bu zayıflıkla uluslararası sistemde, hatta bölgesel denklemde bahsi geçen veya gönüllerde taşınan türden bir rol oynanamayacağı zaten ciddi düş kırıklıkları yaşayan kamuoyuyla da paylaşılmıyor.

        ABD’de de durum rasyonalite katsayısı açısından farklı sayılmaz. Bugünkü iktidardan bir zamanlar nemalanmış çevreler başta olmak üzere geniş bir çevrede Obama yönetiminin Türkiye’ye sert şekilde çıkışması gerektiği savunuluyor. Türkiye’nin demokratik eksiklikleri, darbe teşebbüsü ardından ortalığa hâkim olan cadı avı atmosferi, hukukun temel ilkelerinin ıskalanması vurgulanarak bu yaklaşıma zemin bulunuyor. Romancı Aslı Erdoğan gibi akla gelemeyecek isimlerin tutuklanması bu çevrelerin elini güçlendiriyor. İçerideki tartışmalara hâkim olan dil ve üslup da bu durumun tuzu biberi oluyor.

        Böylesi bir ortamda Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gerektiğini söyleyenlerin sesleri de giderek daha gür çıkıyor. Uzun zamandır ortalıkta fısıltıyla söylenen “Türkiye NATO üyesi ama gerçekten müttefik mi?” sorusu artık açıktan soruluyor. İncirlik’teki nükleer bombaların Romanya’ya nakledilmesi gibi Zihni Sinir tarzı öneriler zuhur ediyor. İkili ilişkilerin artık ne değerler ne de ortak çıkarlar açısından bir zemini kaldığı görüşü ortaya atılarak, ilişkinin tedricen sonlandırılması teklif edilebiliyor.

        Aslında böyle bir krizin yaşanması ikili ilişkilerin daha sağlıklı bir noktaya taşınabilmesi açısından iyi olabilir. Soğuk Savaş bittikten sonra iki müttefikin aralarındaki ilişkiyi hangi zemine oturtacakları konusu bir türlü netleştirilmedi. O nedenle de 1991’deki Körfez Savaşı’ndan beri ciddi krizler yaşandı. Daha önce Irak konusunda şimdi de Suriye’de bu farklılıklar sert çatışmalara yol açtı.

        Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesinden Suriye’de izlenecek siyasete, PYD konusundaki taban tabana zıt yaklaşımlara kadar pek çok konuda iki tarafın anlaşmazlık konuları derin. Bunların aşılabilmesi tekil olarak bu konularda bulunacak çözümlerden daha kapsamlı bir yaklaşım gerektiriyor. ABD’nin Türkiye politikasını başka politikaların uzantısı olarak görmekten vazgeçmesi ve Türkiye ile ilişkilerini bir bütün olarak değerlendirerek siyaset üretmesi iyi bir başlangıç olacaktır. O zaman Türkiye’nin içiyle ilgili eleştiri ve uyarıların da daha fazla dikkate alınması mümkün olur.

        Türkiye’nin ise kendi gücünü daha gerçekçi şekilde tartarak bu ittifaktan ne istediğini net bir şekilde tanımlaması gerekecektir. Dahası dış politikasını, iç politikasındaki çözülmemiş sorunlarına bu denli ipotek etmesinin maliyeti üzerinde de daha fazla düşünmek zorundadır.

        Diğer Yazılar