Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin’e gönderdiği mektubun açıklandığı günün akşamı bir TV programında Profesör Gülnur Aybet, “günü geldiğinde TSK’nın Suriye’deki mevzileri bombalayacağını” söylemişti. Rusya, Suriye hava sahasını Türk Hava Kuvvetleri’ne kapatmışken, bunun mümkün olmadığını söylemiş ve “Gerçekleşirse hakkını teslim edeceğim” sözünü vermiştim. Aybet haklı çıktı.

        2 gün önce başlayan “Fırat Kalkanı” harekâtının hazırlıkları, anlaşılan en azından son 2-3 aydır sürmekteydi. 24 Kasım’da gafletle Rus uçağını düşüren Türkiye, bu hamlenin ardından içine gömüldüğü ıssız yalnızlığı aşması gerektiğini gördü. Başbakan değişikliği, Suriye politikasında bir revizyonu kolaylaştırdı.

        Askeri hamlenin gerçekleşmesi öncelikle Türkiye’nin, yaptığı diplomatik hamleler sayesinde tecrit edilmişliğini kırmasıyla mümkün oldu. Kanlı darbe sırasındaki/ sonrasındaki tutumu nedeniyle yerilen, özellikle Fethullah Gülen’in iadesi konusunda epeyce sert mesajlar verilen ABD ile de bu harekât bağlamında işbirliği yapıldığı, muhtemelen bilgi ve istihbarat paylaşıldığı anlaşılıyor.

        Sonuçta Türk ordusu, geniş ve bir kısmı pek matah sayılmayacak unsurlardan oluşan Özgür Suriye Ordusu’na destek vererek sınırın güneyine geçti. Son ayların diplomatik temaslarının ardından, Suriye meselesinde taraf olan tüm güçlerin de bu hamle için onayına sahip olunduğu da belli. Rusya 24 Kasım’dan beri TSK’ya kapalı tuttuğu hava sahasına girilmesine ses çıkarmadı. İran memnun gözüktü. Suriye rejimi proforma bir protestoyla yetindi. ABD, harekâta havadan destek verdi. Bu tablo diplomatik bir başarıya delalet eder.

        Başkan Yardımcısı Biden’in Ankara’da yaptığı açıklamalar da Washington’un olup bitene olumlu, hatta sevinçle baktığını gösterdi. Faysal Itani’nin Foreign Policy Dergisi’nde yazdığı gibi: “Suriye’de, ABD’nin nihayet İslam Devleti’ne karşı profesyonel bir askeri müttefik bulduğunu söyleyebiliriz.” Muhtemelen Türkiye’nin Cerablus-Mare hattı denilen alanı da kontrol etmesi istenecek ve desteklenecektir. Tüm bu unsurların Türkiye’nin askeri müdahalesinden memnun olmalarının sebebiyse, ortak düşman IŞİD’e karşı Ankara’nın sonunda ciddi bir girişimde bulunmasıydı.

        IŞİD’in Cerablus’tan sökülmesiyle, kontrol ettiği topraklarda giderek sıkışan örgütün işi daha zorlaşacaktır. IŞİD’in Suriye ve Irak toprakları üzerindeki hâkimiyetinin sona erdirilmesi, bölgesel ve küresel bir talep. Bu nedenle askeri harekâta verilen desteğin birbirine hasım devletlerden oluştuğunu anlamak önemli. Buna katkıda bulunduğu ölçüde Türkiye yeniden makbul bir güç olarak sivrilecek ve Suriye’nin geleceği üzerinde söz söyleme imkânı da artacaktır.

        Türkiye’nin IŞİD’e karşı böylesine net bir tavra girmesi, karada etkili bir güçle birlikte hareket etmek isteyen ABD’nin PYD’ye olan bağımlılığını azalttı. PYD’nin kendi boyutlarının ötesinde bir güç vehmederek Afrin’e kadar uzanma heveslerine de böylece ket vurulmuş oldu. Profesör Mustafa Aydın’ın yazdığı gibi: “PYD’nin Münbiç’ten çekilmesinin temini ancak yerini dolduracak etkin bir ÖSO varlığı ile anlamlı olur.” Yani PYD’nin hemen Münbiç’i terk etmesini istemek, hâlâ El Bab’ı elinde tutan IŞİD’in oraya dönmesi ihtimalini gündeme getirir. Buna da kesinlikle izin vermemek gerekir. O halde ÖSO disiplinli, cihatçı unsurları dizginlemiş bir güç haline gelmedikçe, Münbiç’te PYD’nin bir rolü olabilir.

        Türkiye güneydeki güvenli bölgeyi kontrol edecekse, askeri hedeflerinin sınırlarını keskin şekilde çizmesi iyi olur. Mukavemet görmeden alınan Cerablus iştahları kabarttığı takdirde, askeri olarak daha ileri hedeflere yönelmek ihtimali güçlenebilir. Son gelişmeler Türkiye’nin sabırlı olduğu takdirde, diplomatik gücü ve özgül ağırlığıyla siyasi hedeflerine siyaseten ulaşabileceğini göstermiştir. Suriye’deki girdaba tümden kapılmamak için bu çizgiyi terk etmemek akıllıca olacaktır.

        Diğer Yazılar