Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Malumatfuruşlukla, tarih bilgisi aynı anlama gelmiyor. Birbiri üzerine yığılan dünya kadar veriye sahip olup ancak tarihin akışını anlamlandırmayı beceremeyebilirsiniz. Eğer yüz yıl önce imzalanmış anlaşmaların bugünkü kaotik durumları öngörerek hazırlandığını iddia ederseniz ve oradan yola çıkarak bugünü anlamaya ve sorunlarını çözmeye kalkarsanız, tarihi yok saymış olursunuz. Bu durumda günümüzde olanları da doğru okuyabilme şansınız azalır.

        Bugün Ortadoğu tartışmalarında lafınızın dinlenmesini istiyorsanız elbette söze “Sykes Picot” anlaşması diyerek başlamanız gerekir ki bir şey bildiğinize inanılsın. Arap ülkelerinden bazılarının (Ürdün, Irak, Suriye, Lübnan) manda yönetimleriyle şekillenen bugünkü siyasi coğrafyaları, bölgede yaşanan müthiş dağılma bugünün sorumluluğunu Sykes-Picot’ya atma dürtüsünü güçlendirir.

        Arap ülkelerinin Osmanlı sonrasındaki siyasi kaderlerini anlamak için Sykes-Picot yeterli bir pusula değilse bile onların tarihleri açısından bu anlaşmaya başvurma anlaşılabilir. Türkiye’de yaşayanların böyle bir derdinin olmaması gerekir. Öncelikle Sykes-Picot, ki aslında Sykes-Picot-Sazanof diye anılması gerekir zira Ruslar da bu anlaşmanın parçasıdır, Osmanlı topraklarının savaştan sonra nasıl paylaşılacağıyla ilgili yapılmış ne ilk ne de son gizli anlaşmadır. Anlaşmada öngörülen, bugünkü devlet sınırları değil, etki alanlarıdır.

        Eğer ölü doğmamışsa, en geç 1922’de bitkisel hayata girmiştir. Anlaşmayı bitkisel hayata sokan dün kutlanan 30 Ağustos Zaferi’nin sahibi Meclis hükümetinin İstiklal Savaşı’ndan muzaffer çıkmasıdır. Kısacası Sykes-Picot’da öngörüldüğü gibi Anadolu’nun bir parçası Fransızlara bir başka parçası Ruslara verilmemiştir. Sykes-Picot’ya göre uluslararası yönetim altında olması gereken Filistin, İngilizler’de kalmıştır.

        Fransız ve İngiliz etki alanları olarak belirlenen topraklarda Araplar da kendilerince direniş göstermişler, sonuçta yerel güçlerin iradeleriyle, Osmanlı idari yapısını yansıtan bir siyasi harita ortaya çıkmıştır. Musul vilayeti Irak adı verilen yeni devlete ancak 1926’da eklenmiştir. Fransa ve İngiltere 1950’lerde ve 1960’larda buradan iyice çekilmişlerdir.

        Bu bağlamda anlaşmanın asıl ve belki de yegane anlamı, dönemin emperyalist güçlerinin kibrinin bir nişanesi olmasıdır. Bölge, kuşkusuz büyük güçlerin ilgi alanı olarak kalmıştır. Petrolün dünya ekonomisinde giderek artan bir önem kazanması ve İsrail’in varlığı özellikle, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan dış politikasının belirleyici unsurlarıdır.

        Ne var ki, tüm bunların doğru olması Arap devletler sisteminde, Arap toplumlarında işleyen bir düzenin neden kurulamadığını açıklamaya da yetmiyor. Bu ülkelerin, özellikle varlığını Sykes-Picot’ya filan borçlu olmayan, tarihsel kimliklere sahip Mısır, Cezayir hatta Fas ve Tunus gibi ülkelerin neden düzgün işleyen siyasi-ekonomik yapılar oluşturamadıklarını da açıklayamıyor. Büyük güçlerin etkilerini, olayları şekillendirme imkânlarını, iradelerini kabul ettirmedeki başarılarını sorgulamak, küçük aktörlerin kendi çıkarları ve heveslerinin etkilerini de küçümsememek gerekiyor.

        Sonuçta, Millet Meclisi orduları emperyalistlerin Sevr planını yırtıp atabildi. İran’da 1953’te darbe yaptıran ABD, 25 yıl sonra İslam devrimi karşısında çaresiz kaldı. Irak’tan başlayarak Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme sevdasındaki yeni muhafazakârların planları çöktü. O savaşın belki de asıl hedefi olan İran rejimi bölgede müthiş bir güç kazandı.

        Sykes-Picot, Soğuk Savaş mücadeleleri, kahrolasıca Irak Savaşı bu bölgeyi elbette etkiledi, düzenine hasar verdi. Ancak bu bölgedeki etkin güçler de bir bölgesel düzen kurgulamayı başaramadılar. ABD, Irak’tan çekildikten sonra İran ve Suudi Arabistan bir denge bulabilse, Türkiye kendisini bölgesel hegemonya hayallerine kaptırmasa bugün bölge dışı ülkelerin yani ABD ve Rusya’nın düzen getirme çabalarından medet ummak zorunda kalır mıydık?

        Diğer Yazılar