Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Suriye'de5 yılı aşkın süredir kan akıyor. 5 yıl süresince başta Suriye’nin rejimi ve başındaki aile olmak üzere, bu ülkeye bulaşan her güç ve unsurun yaşanan savaşta payı var. Varil bombalarıyla katliam yapan, kimyasal silah kullanan, abluka altındaki kent ve mahalleleri açlıkla terbiye eden rejim; hastaneleri bombalayan Rusya; Akdeniz’deki varlığını kaybetmemek için Suriye’ye savaşçı gönderen İran İslam Cumhuriyeti; İslam Cumhuriyeti ile nükleer anlaşma yapmak için Suriye işine ağırlığını koymamayı, “kırmızı çizgilerinin” çiğnenmesini kabullenen Amerikan yönetimi; barışçıl ve makul muhalefetin cihatçılara yem olmasına silah, para ve malzeme yardımıyla katkıda bulunan Körfez ülkeleri; yakın zamana kadar izlenmiş yanlış, tehlikeli ve yangına körükle giden politikasıyla Türkiye önümüzdeki tabloya katkıda bulundu.

        Yaşanan insanlık faciasının, kayan hayatların, şiddetin bıraktığı tortunun faturası önümüzdeki dönemde çıkacaktır. Hemen yanı başındaki trajediye “Bana bulaşmaz” diye omuz silken Avrupa, ödemelere başladı bile. Bu faturadan nasibini alacaklar arasında elbette Türkiye de bulunacaktır. Yalnızca, Ürdün ve Lübnan’la birlikte mülteci krizinin en ağır yükünü çeken üç ülkeden birisi olması ve kendisine sığınan milyonlarca Suriyelinin geleceği açısından değil, facianın mülteciler dışındaki yan etkileri açısından da.

        İlk yapılması gereken işlerden biri, hayalimizdeki Suriye üzerinden değil, gerçekler üzerinden geleceği kurgulamaya çalışmak olmalıdır. Suriye devleti artık bir kabuktan ibarettir. Merkezi hükümet ve ulusal ordu giderek ülkenin çeşitli yerlerinde egemen olan milisler, çeteler, aşiret savaşçıları, “Kaplan Güçleri” ya da “Çöl Şahinleri” gibi kaçakçılık/suç örgütleri karması yapılar arasında başat gözükenidir. Ülkenin pek çok yerinde kaynakları tükenmiş merkezi devletin yerine bu gruplar güvenliği sağlamakta, insanların gündelik hayatlarını sürdürmelerini mümkün kılmakta ve yeri geldiğinde merkezi devletin otoritesine ve silahlı güçlerine kafa tutmaktalar.

        PYD/YPG’nin nüvesini teşkil ettiği Suriye Demokratik Güçlerini de bu gruplardan, Amerikan ve Rus desteğine sahip biri olarak değerlendirmek gerekir. Bu destek YPG’nin kendisine biçilen rolün ötesinde hayallere kapılmasında da rol oynadı kuşkusuz. Türkiye’nin müdahalesiyle bu hayallerin gerçekliğe dönüşemeyeceği herhalde anlaşılmıştır. Ne var ki, SDG/YPG’nin yapabileceklerinin sınırlarının belirlenmesi, bundan sonraki gelişmelerin Türkiye’nin istekleri veya iradesi doğrultusunda olacağı anlamına da gelmeyecektir.

        Suriye’den yazan ve konuya hâkimiyeti tartışma götürmeyecek olan Hediye Levent’in gazeteduvar.com adresinde çıkan iki yazısı, sahadaki durum hakkında gerçekçi bir fikir veriyor. Levent’e göre, “Mevcut şartlarda PYD/YPG’nin Araplar dahil yaptıkları ittifaklar kırılgan olabilir ancak Türkiye’nin desteklediği grupların Suriye içinde bulundukları bölgelerde kurmaları beklenen ittifaklar çok daha kırılgan olabilir”.

        Dolayısıyla Silahlı Kuvvetler’in bundan sonraki hedeflerini yalnızca PKK-PYD ilişkisi üzerinden kurgulamak ve güneye doğru ilerlemek ihtiyatlı olmayacaktır. Bunun gerek askeri açıdan, gerekse diplomatik açıdan sakıncaları ortadadır. IŞİD henüz ortadan kalkmamıştır. Ve Suriye meselesine taraf tüm unsurların ortak paydası IŞİD’in yok edilmesine dair iradedir. Türkiye’nin de hedefleri bu gerçeği veri almak durumundadır. Bugünkü konjonktürde Cerablus-Azez-Mare hattını güvenli bölge haline getirmek yeterince önemli bir hedef diye değerlendirilmelidir.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çin’deki G-20 Zirvesi’nde Obama ve Putin’le yapacağı görüşmelerin bu bağlamda önü- müzdeki adımların neler olacağı hakkında belirleyici olmasını beklemek gerekir.

        Diğer Yazılar