Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İyi ve sağlıklı bilgilenen bir kamuoyuna ziyadesiyle ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. 2016 yılında dünyada yaşanan siyasi gelişmeler elbette uzun zamandan beri şekillenmekteydi. Birleşik Krallık’taki Brexit oylaması veya Donald Trump’ın ABD Başkanı olması, küreselleşme döneminin yarattığı toplumsal ve siyasal rahatsızlıklardan bağımsız olarak değerlendirilemez. Değerlendirilmiyor da. Yaşanan şu ya da bu ülkede beklenmedik bir gelişme değil, küresel ölçekte güçlenen bir dalganın dünyanın sistemini, işleyişini, kurumsal yapısını etkileyecek güce erişmesidir.

        Donald Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesi, küreselleşmeyi planladığı ve çok yararlandığı düşünülen kapitalist sistemin devinin küreselleşme karşıtı bir isyanla bu perspektiften uzaklaşması anlamına geliyor. Bu bağlamda Ivan Krastev’in New York Times Gazetesi’ndeki yazısında altını çizdiği üzere bu yaşanan “küresel bir rejim değişikliğidir.” 1989 yılından yani Soğuk Savaşı fiilen bitiren Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan çerçevenin, o çerçevede değerli bulunan ilkelerin, kurumların ve değerlerin reddedilmesidir. Tam da bu nedenle “liberal seçkinlerin halihazırdaki panikleri ve sersemlemiş halleri komünist seçkinlerin 1989’da yaşadıklarından farklı değildir.”

        2016 patlaması önüne başka ülkeleri de katarak devam edecektir. Önümüzdeki dönemde kötü yönetilmiş, siyasi sonuçları doğru görülmemiş veya önemsenmemiş sermaye odaklı küreselleşme anlayışına yönelik isyan sürecektir. Liberal ekonomi ve siyaset anlayışlarına yönelik tepki artacağı gibi otoriter popülizm de ivme kazanacaktır. Trump’ın başkanlığıysa ABD’nin gerek iç yapısında, gerekse dünya ile kurduğu ilişkide radikal sayılabilecek bazı değişikliklere de yol açacaktır.

        Trump döneminde dış politikanın tam ne şekilde kurgulanacağı henüz belli değil. Ancak dünya düzeninde ABD’nin, 70 yıldır alışık olunan rolünden farklı bir konumda olması bekleniyor. Trump Amerika’sı, dünya düzeninin işleyişinde sürekli her konuya müdahil olma alışkanlığından, müttefiklerini koruma güdüsünden, kendi sistemini dünyaya ihraç etme tutkusundan vazgeçecek gibidir. Tam da bu nedenle Trump’ın seçilmesinin en güçlü şekilde hissedileceği kıta, Avrupa olacaktır.

        Avrupa, İkinci Dünya Şavaşı’ndan beri süren ABD’nin koruyucu şemsiyesi altında olmanın rahatlığını kaybedecektir. Bu durumda da ya kendisine çekidüzen verecek ya da bir yandan popülist dalganın şiddeti diğer yandan stratejik boşluk AB’nin geleceğini sorgulatacaktır. AB’nin bu durumu aşması ancak radikal bir yeni siyaset üretebilmesine, Almanya ve Fransa’nın yeniden birlikte hareket edebilecek gücü bulabilmelerine bağlıdır.

        Türkiye’yi, üye olmak istese de istemese de ilgilendiren AB’nin yaşayacağı krizin NATO’yu da önüne katıp katmayacağı henüz tam belli değil. Bunu belirleyecek olan Trump’ın Rusya konusunda vereceği karardır.

        Tahmin edilenin aksine, Başkan Vladimir Putin’in Trump’ın zaferinden büyük bir mutluluk duyması pek mümkün değil. Trump’ın NATO’yu sorgulayan, hatta miadını doldurduğunu savunan, müttefiklerden daha fazla katkı isteyen söylemi Putin’i mutlu edebilir. Ancak Rusya Devlet Başkanı dünya siyasetinde son yıllardaki çıkışlarını hayli zayıf bir elle yapıyor. Dünyadan çekilmeye, ya da eskisi kadar dünyaya bulaşmamaya niyetli bir Amerikan Başkanı, Putin’in söylemini hem ülkesi içinde hem de dışında zorda bırakabilir.

        Türkiye’nin zaman içinde Rusya ve ABD ile ilişkilerini bu iki gücün birbirleriyle olan ilişkilerini yakından gözeterek şekillendirmesi gerekecektir. Ankara açısından yeni Amerikan yönetimiyle ilişkilerde asıl dikkat edilmesi gereken konu ise Washington’ın yeni yöneticilerinin İslamcılık ve hatta İslam konusundaki görüşleri olacaktır. Yeni kadronun bu konudaki tutumu bağnaz ve katıdır. Türkiye açısından bu hem ideolojik hem de Suriye’nin geleceği bağlamında sorun yaratacak bir unsurdur.

        Diğer Yazılar