Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        UZUN bir yolculuğun ardından telefonu açar açmaz karşılaştığım haber, İzmir Adliyesi’ne yapılan terör saldırısı ve görevinin sorumluluğunu ölümüne taşıyan kahraman polis memuru Fethi Sekin’in büyük bir felaketi önleyerek şehit olduğuydu. Bir aylık yazısızlıktan sonra yazılacaklar listesine El Bab’daki savaşın, Dolmabahçe’de, Kayseri’de, Ortaköy’de yaşanan felaketlerin, katliamların ardından bir yenisi eklenmişti.

        Olayların akışı ülkenin içindeki bitmek tükenmek bilmeyen ve toplumun enerjisini boşaltan hadiselere odaklanmayı dayatıyor. Ama tam da şu sırada içeride yaşananların bölgede ve dünya sisteminde yaşanan altüst oluştan hiç de bağımsız olmadığını göz ardı etmemek gerekiyor. Tersine çevrede olup bitenleri hem iyi takip etmek hem de doğru analiz etmek gerekliliği bugünkü karışıklıklardan kurtulmak için elzem hale geliyor.

        Türkiye’de yaşananlarla ilgili haberler anında tüm dünyaya da yayıldığından yıllardır ocak ayında birlikte Ortadoğu ile ilgili konuları tartıştığımız arkadaşlardan, meslektaşlardan yağmur gibi soru yağmaya başladı: Ne olmuştu da yıllardır bölgenin en sıkıntılı dönemlerinde bile, dış politikasındaki rahatsızlık yaratan unsurlara rağmen el üstünde tutulan, örnek teşkil ettiği düşünülen Türkiye böylesine kaotik bir durumla karşılaşabiliyordu? Bölgenin hemen her ülkesinde bir karabulut gibi dolaşan “devlet erimesi” Türkiye’yi de mi etkiliyordu? Çıkış neredeydi? Bu sorular yalnızca Türkiye’nin izleyeceği yol ve nasıl bir geleceği şekillendireceğinin ötesinde, bölgenin geleceği ve düzeni hakkındaki kaygılar nedeniyle de soruluyordu.

        Lübnanlı bir arkadaş, En-Nahar Gazetesi’nin Türkiye’yi çok iyi tanıyan, İstanbul üzerine kitap boyutunda şiir yazmış başyazarının Türkiye’nin bugünkü fotoğrafının bölge açısından 1967 savaşının yarattığına benzer bir durum olduğu yorumunu yaptığını söyledi. Böylesi bir benzetme, Türkiye siyasetinin sivilleşme ve demokratikleşme deneyiminin bölgedeki düşünen, siyasetin önünü açmaya çalışan insanlar açısından ne denli önemsendiğini de gösteriyordu. Hemen tümü ülkelerinin küresel ve bölgesel güçlerin oyun alanı olmasından rahatsızdı.

        Bu bağlamda Türkiye’deki darbe teşebbüsünün püskürtülmesi, bu başarıdaki kitle desteği önemseniyordu. Suriye krizinin daha süreceği beklentisiyse, Rusya ve Türkiye arasındaki anlaşmalara rağmen zayıflamış değildi. Başbakan Yıldırım’ın Irak ziyareti ya bölgede İran’ın etkinliğini dengeleme ya da Türkiye ile İran arasında Irak’taki karşılıklı etki alanlarının belirlenmesi pazarlığının bir evresi olarak görülüyordu.

        Bu yılın teması “İnsani olanla kutsal olan arasında: Ortadoğu’da düzen ve düzensizliğin kaynakları” diye belirlenmişti. Bu çerçevede sunulan ve önümüzdeki yazılarda bazılarına değineceğim tüm makaleler gerçekten bölgenin hemen her köşesindeki huzursuzlukların analizleriyle doluydu. Aynı zamanda bu kaostan, çöküşten, geleceksizlik kâbusundan kurtulmanın nasıl mümkün olabileceğini irdeliyordu.

        Bir tarafta Batı sisteminin ve düşüncesinin ağır bir kriz geçirdiği dönemde, yerel olanın “yerelcilik” yapmadan evrenselleşmiş değerlerle nasıl harmanlanabileceği sorusu vardı. Diğer tarafta ise çöken Arap devletler sisteminin nasıl ve hangi kurumlarla yeniden inşa edilebileceği, bunun mümkün olup olmayacağı sorgulanıyordu. Bölgenin tümü açısından ise her ülkenin kendi koşullarını yansıtacak şekilde “yeni otoriterlik”ler inşa edildiği ortadaydı.

        Bu yılki hava Filistin meselesinin bölgedeki diğer yakıcı hatta varoluşsal krizlerin gölgesi altında olduğu görüşümü güçlendirdi. Bundan sonrası için iki devletli bir çözümün gerçekleşme ihtimaline inanan hemen hiç yok gibi. Trump döneminin bölge açısından hayırlı bir gelişme olacağına inanan da benzer şekilde namevcut.

        Diğer Yazılar