Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bildiğiniz gibi bazı sessizlikler insanın kulağını sağır eder. Donald Trump’ın cuma akşamüzeri, Beyaz Saray’daki kısıtlı sayıda danışmanı dışında kimsenin görmediği, bilgi sahibi olmadığı bir genelgeyi, konuyla doğrudan ilgili Anavatan (İç) Güvenliği Bakanlığı da henüz metni hukuki açıdan incelemeyi bitirmeden yayınlaması karşısında, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin ilk sessizliği bu tarifedendi. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un Habertürk’te konu hakkındaki açıklamaları bu açıdan önemli.

        Tepki illa bağırarak gösterilmez. Dışlayıcı/ ırkçı bir uygulamaya “Dışlayıcıdır/ırkçıdır bu” deyip, “İnsan haklarına aykırıdır” deyip, “ABD gibi bir ülkeye yakışmaz” deyip, “Medeniyetler savaşı yaratmayın” deyip, “IŞİD’in ekmeğine yağ sürmeyin” deyip, nezaket ölçüsünde sert bir şekilde kınanabilir. Kınanmış da. Ancak olayın bir de toplum ve hukuk boyutları var. Haksızlığa din ayrımcılığı yapmadan karşı çıkan Amerikan toplumunun bir kesiminin Hıristiyan’ı, Yahudi’si, Allah’sızıyla kendilerince önemli ahlaki, etik ve laik değerleri tüm gücüyle sahiplenmesi de kutlanabilirdi.

        Protesto hakkının ne kadar yerinde kullanıldığından, medyanın oynadığı belirleyici rolden, yargının bağımsızlığının kanıtlanmasından ve Amerikan sistemine güveni artıran bu gelişmelerden duyulan memnuniyet dile getirilebilirdi. Eğer bu tür değerler önem taşıyorsa yapılması gereken buydu zaten. Bir zamanlar bu konularda gerçekten bir iddia taşıyan Türkiye’ye yakışacak olan da...

        ‘TRUMP TÜRKİYE İÇİN İYİ OLUR MU?’ ÇOK YANLIŞ BİR SORU

        Bu sessizlik sırasında, “Trump yönetimiyle arayı açmayalım, zira tüm hesaplarımızı Obama’dan sonra Cumhuriyetçi iktidarın bizim değerimizi daha iyi anlayacağı üzerine kurmuştuk, şimdi işi bozmayalım, kaygısıyla mı hareket ediliyor” diyenler oldu. Öyle ya da değil, Trump dönemi ABD’sini iktidarın çok boyutlu düşünmeye başlaması gerekir kanısındayım.

        “Trump, Türkiye için iyi olur mu?” sorusu bence çok yanlış bir soru. Dünya açısından Ahd-i Atik felaketlerine benzer özellikler taşıyacağı daha ilk haftasından belli bir yönetimden Türkiye’ye ne hayır gelmesinin beklendiğini kestiremiyorum. Türkiye’nin, coğrafyasına ve hoyratça kullandığı ittifak ilişkilerine güvenerek Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini abartılı bir şekilde kurgulamakta ısrar edenler Trump’ın neyi temsil ettiğini kabul etmekten kaçındılar.

        Yeni Başkan’ın psikolojik profilinden bihaber, yanındakilerin dünya görüşlerinin ne olduğunu adamakıllı mercek altına almadan hayallerini gerçek yerine ikame ettiler. İktidara gelen ekibin dünyaya bakışında Türkiye’nin âli çıkarlarının tam zıddına olan inanışların eğer farkına vardılarsa, sonuçlarını değerlendiremediler/istemediler.

        İKİ ÖNEMLİ KARAR VERİLMEDEN ÖNCE...

        2009 Nisan’ında Kanada dışındaki ilk ikili ziyaretini Türkiye’ye yapacak kadar bu ülkenin tarihsel rolüne önem veren, 2011’de dünyada en güvendiği 5 lider arasında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ı sayan Obama’ya, son zamanlardaki sorunlardan dolayı ağır şekilde yüklenerek Trump indinde kredi kazanılacağı düşünüldü. Rusya ile yakınlaşırken ABD ile ipleri germenin büyük bir diplomasi yaratıcılığı olduğunu sanmanın rehavetiyle izlenen güya “dengeleme” politikası bu yanlış değerlendirmelerle başarısızlık eşiğine geldi.

        Dünyayı ve bölgeyi bugünkü şartlarıyla değerlendirememekten, Türkiye’nin 6 yıl ya da 10-15 yıl öncesinden çok farklı bir bağlamda siyaset üretmesi gerektiğini idrak edememekten kaynaklanan zaaflar, iç politikaya fena halde endekslenmiş bir dış politika anlayışının hasarıyla birleşiyor.

        ABD tarafından ilişkileri etkileyecek iki önemli karar verilmeden önce bugünkü yaklaşımın gerçekçi bir şekilde gözden geçirilmesinde sonsuz yarar var. Bunlardan birincisi, Müslüman Kardeşler’in terörist örgüt ilan edilip edilmeyeceği, diğeri ise IŞİD ile savaşta PYD/ YPG ile işbirliğine devam edip etmeyeceği.

        Diğer Yazılar