Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SEÇİLMİŞ sivil otoriteyle herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşen bir askerin bu durumda istifa etmesi hayati “kriz” tanımlamasını hak edecek bir gelişme değildir. Demokratik bir sistemde olağandır. Kendine saygısı olan kişilerin de atmaları beklenen bir adımdır. Demokratik ülkelerin gerçekten demokratik olup olmadıklarının ölçüsü de silah taşıyanların silahsızların otoritesini kabul etmesidir. Cuma günü, üç kuvvet komutanıyla birlikte istifa eden Emekli Orgeneral Işık Koşaner’in veda mesajı çok boyutluydu . Orgeneral Koşaner’in son mevkiine gelene kadar Silahlı Kuvvetler içindeki cuntacılık girişimlerine katılıp katılmadığını, darbe dönemlerinde ne tür görevlerde ne yapmış olduğunu, sivil-asker ilişkileri hakkında ne düşündüğünü bilmiyorum. TSK’nın vatandaşa açtığı psikolojik savaşın bir parçası olarak başvurulan andıçlama, fişleme, telefon dinleme gibi kanun veya yetki dışı işlerde karar verici ya da uygulayıcı olarak bir payı veya rolü olup olmadığını da. Genelkurmay Başkanlığı sırasında Orgeneral Koşaner olur olmaz her konuda beyan vermedi. Özellikle son iki selefi döneminde prestiji, güvenilirliği, saygınlığı ağır darbeler almış bir kurumu onarmaya, muhtemelen de geçmiş dönemlerde bulaştığı pisliklerden arındırmaya çalıştı. Ancak uzun bir zaman diliminde şekillenmiş kurum sicilini ve kültürünü yeni dönemin şartlarına uyduracak kadar vakti olmadı. Veda mesajındaki çarpıcı unsurlardan birisi Genelkurmay Başkanı’nın, istifasının en önemli gerekçesi olarak “personelimin hak ve hukukunu koruma sorumluluğunu” yerine getirememesini göstermesiydi. Korunamayan hukuk, 250 subayın tutukluluğuyla ilgilidir. Orgeneral Koşaner’e göre, “tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek...mümkün değildir.” Koşaner’in dramı şudur: Başında olduğu kurum, altını çizdiği hak ve hukuk konularında güçlü olduğu dönemlerde bir duyarlılık göstermemiştir. Gücün haklılığı üzerinden vatandaşların hukukunu ve özgürlüklerini hiçe saymıştır. Bundan da öteye yönetim sorumluluğu taşıdığı dönemlerin, mesleki sorumluluk taşıdığı olayların hiçbiri hakkında hesap verme gereği duymamıştır. Bugün Silahlı Kuvvetler mensuplarının da hukukunu çiğneyen, ideolojik veya siyasal hesaplaşma boyutları taşıdığı kuşkusu ağır basan yargı süreçlerinde, hukukun araçsallaşmasında, yargıya egemen zihniyette ve iş yapma tarzında TSK’nın payı hayli yüksektir. Daha geniş bir açıdan bugün yaşanmakta olan yüz yıllık bir tarihin üçüncü ordu tasfiyesidir. Kadir Has Üniversitesi’nden Serhat Güvenç’in vurguladığı gibi İttihatçıların ilk tasfiyesiyle ordu Prusya sistemine geçmiş ve kendisini Cumhuriyet’le birlikte ulus kurma projesine odaklamıştır. İkinci büyük tasfiye ve yapılanma 1960 darbesi ardından gelmiştir. 5000 subayın emekli edilmesiyle TSK Amerikan modeli örgütlenmeye geçiş yapmıştır. Bu aynı zamanda 1960 Anayasası’yla filizlenen, 1971 ve 1980 darbeleriyle perçinlenen Ulusal Güvenlik Devleti projesine uygun ordu anlayışının kökleşmesidir. Bu anlayışta ordu iç güvenliğe odaklanmış, sık sık kendi halkıyla savaşmış, iktidar tekelini elinde tutmuştur. Bugünün Türkiye’si artık Ulusal Güvenlik Devleti ordusunu taşıyacak bir ekonomiye ya da sosyolojiye sahip değildir. Toplumun dinamikleri çok farklı yönlere gitmekte, Türkiye hızla iç yapılanmasında ve dış politikasında bir “ticaret devleti” haline gelmektedir. Türk ordusu da buna göre farklı bir görev bilinci ve misyon anlayışıyla yeniden şekillenecektir. Tüm tasfiyelerde olduğu gibi kurunun yanında yaş da yanmaktadır. Üstelik artan sivilleşmenin istenen demokratikleşmeyi getireceği de kesin değildir. Ama o mesele artık sivil siyasetin ve toplumun mücadeleyle halletmesi gereken bir meseledir.

        Diğer Yazılar