Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül NATO zirvesinin dışında birisi Chicago'da diğeri Stanford Üniversitesi'nde olmak üzere iki konuşma yaptı. Chicago'da Küresel İlişkiler Konseyi adlı kuruluşun düzenlediği toplantıda konusu Türkiye'nin dış politikası daha doğrusu içinden geçtiğimiz çalkantılı dönemde Türkiye'nin dünya vizyonunun ve bu vizyon içinde kendisine biçtiği rolün ne olduğuydu.

        Stanford konuşması, Cumhurbaşkanı Gül'ün kendi hayat hikayesi üzerinden liderlik, cesaret, siyasal etik, sorumluluk kavramları üzerine düşüncelerini yansıtan, felsefi yanı ağır basan bir metindi. Aynı zamanda Cumhurbaşkanı'nın erişilmesini istediği Türkiye vizyonunu tanımlıyordu. Bir yanıyla da Cumhurbaşkanı Gül'ün son on yılın tarihinde, daha önceki dönemlerden gelen deneyimlerini de hatırlatarak, kendi kişisel payının ne olduğunu hatırlatan bir metindi.

        İlk konuşmanın yapıldığı Chicago'daki Hilton Oteli'nin balo salonu hıncahınç doluydu. Gelenler yalnızca o bölgedeki Türklerden de ibaret değildi. Çoğunluğu Amerikalılar oluşturuyordu. Gerek gelenlerin sayısı, gerekse konferans başlamadan önce tanıklık ettiğim konuşmalar Türkiye'nin ziyadesiyle merak edilen bir ülke olduğuna delalet ediyordu.

        Avrupa'dan Orta Asya'ya kadar uzanan bir çalkantı, istikrarsızlık ve kriz bölgesinin ortasında Türkiye'nin dışarıdan hayli istikrarlı, güçlü, ekonomik olarak sağlıklı göründüğü belli. Bunun ötesinde Amerikalılar kafalarını kurcalayan İslam dünyasının modern dünyayla ilişkileri, laiklik ve demokrasinin İslam ülkelerindeki şansı gibi konularla, Arap başkaldırılarının nasıl bir sonuca bağlanacağı sorularının cevabını da Türkiye deneyiminde arıyorlar.

        Cumhurbaşkanı Gül'ün Chicago seçkinlerine yaptığı konuşma bu tür sorulara cevap veriyordu. Bir yandan Türkiye'nin stratejik ve değerler temelindeki tercihlerini açıklığa kavuşturmak diğer yandan da Türkiye'nin olaylara yaklaşımının ana unsurlarını paylaşmak amacını güdüyordu. Gül'e göre yeni dönemde Türkiye "coğrafi bölgemizi ve tarihimizi bir tür kötü kader veya dezavantajlar bölgesi olarak görmekten vazgeçti". "Tersine.. Sayısız toplumlarla olan benzersiz bağlarımızı, bize tarihi, kültürel ve her yöne doğru kavramsal derinlik sağlayan stratejik kazançlar olarak gördük."

        Türkiye'yi daha hareketli bir dış politika izlemeye yönelten bu değerlendirme Ankara'nın eksen mi değiştirdiği sorularını da gündeme getirmişti. Cumhurbaşkanı'nın bu vehimlere cevabı "Türkiye "eksen" değiştirmedi değişen, bizim 'icraatlarımız' ve 'aksanımız' oldu" şeklindeydi. Türkiye kendisini ve müttefiklerini ilgilendiren konularda daha fazla söz hakkı istiyordu. Ancak "NATO'ya bağlılık ve müttefiklerimizle dayanışma asla sorgulanmamıştı".

        Müttefiklerin kafasını kurcalayan laiklik ve demokrasi gibi meselelerde ise kendisinin 2003 yılında İslam Konferansı Örgütü toplantısında yaptığı konuşmaya atıfta bulunarak, daha o tarihte İslam dünyasına "hukukun üstünlüğü, hesap verme, cinsiyetler arası eşitlik, insan hakları" gibi değerleri önemsemesi gerektiğini söylediğini anımsattı. Bu bağlamda da AB ilişkileri özel önem taşıyordu.

        Türkiye tıpkı Clinton dönemi ABD'si gibi kendisini artık bir "erdemli güç" diye tanımlamaya başladı. Cumhurbaşkanı Gül'ün konuşmasında da bu ilişkilerin önemi, daha eşitlikçi bir ilişki talebiyle vurgulanıyordu. Cumhurbaşkanı'na göre "Yakın işbirliğimiz birçok acil küresel ve bölgesel meselenin ve çatışmanın çözümünde 'diplomatik çarpan' işlevi görecektir". Ancak, "Eğer Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik potansiyeli tümüyle kullanamazsak, uzun dönemde stratejik ilişkilerimizin temeli de zayıflayabilir".

        Diğer Yazılar