Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Suriye meselesi başka hiçbir dış politika konusunda olmadığı kadar Türk kamuoyunu ve siyaset sahnesini böldü. Muhalefet iktidarın yanlışlarını tartıştığında bile kendisi açısından tutarlı, akılcı bir pozisyon üretemiyor. CHP Genel Başkanı, yanındaki deneyimli diplomat çalışma arkadaşlarına rağmen, 1970’lerin zaman tünelinde kalmış bir dille konuşuyor.

        Arap dünyasında yaşanan, her an İran’ı ve Türki dünyayı da vurabilme potansiyeli taşıyan güçlü dinamiğin farkında olmadığı izlenimi veriyor. Hükümetin ABD veya İsrail taşeronu olma iddiasıyla varılabilecek bir yer olmadığını böyle bir söylemle önemli bir konuda ciddiye alınacak bir tavır sergileyemeyeceğini görmüyor. Esad’ın geleceğinin olmadığını, olmaması gerektiğini de.

        Hükümet ise Suriye konusunda tüm çabasına rağmen kamuoyunu doğruyu yaptığına ikna edemiyor. Özeleştiri kavramının yakınından bile geçilmemesi, bazı hataların yapılmış olabileceğinin asla kabul edilmemesi ve son tahlilde eski politikayla yenisi arasındaki farkın belagat ve laf mimarlığıyla geçiştirilmesi kredibilite sorununu derinleştiriyor. Esad sonrasının olası sorunları hakkında da pek duyarlı bir söyleme sahip değil.

        Kamuoyunun çerçeveyi doğru anlaması amacıyla Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili İstanbul’da bazı gazetecilerle buluşarak bir bilgilendirme toplantısı yaptı. Yetkili Suriye krizini Türkiye açısından hayati bir ulusal çıkar konusu olarak tanımladı. Bu krizin her veçhesinde Türkiye’nin ön planda olmasını da şu şekilde açıkladı: “Türkiye Suriye konusunda iradi bir tercihle değil coğrafyası nedeniyle en öndedir. Suriye’nin istikrarı Türkiye açısından bir güvenlik meselesidir. Irak için de aynı şey söylenebilir. Bizim bu ülkelerin istikrarıyla ilgilenmemizden daha doğal bir şey olamaz.”

        Geçmişte hemen tüm diğer ülkeler gibi diktatörlerin istikrarıyla da rahat ve huzurlu bir şekilde yaşayabilen Türkiye şimdi ise halklar yönetimlerine isyan ettiğine göre istikrarı demokratik rejimde arıyor. Bu nedenle de geçmişte hükümetin pek yakın ilişkiler içinde olduğu Beşar Esad yönetimiyle köprüleri atıldı. Yetkiliye göre “biz Esad’la sorunluyuz. Suriye ile değil.”

        Bir ülkenin halkı rejimine karşı ayaklanmış ve canını vermeye hazır şekilde direnişi sürdürüyorsa o zaman Türkiye’nin duracağı taraf da bellidir diye özetlenebilir duruş.

        Her ne kadar Suriye ve Irak’ta olup bitenler demokrasi, insan hakları çerçevesinden yani ahlaki ve vicdani değerler üzerinden eleştiriliyorsa da Türkiye’nin politikasının belirleyici unsuru reelpolitik. Suriye’de ve Irak’ta reelpolitik kaygılarla değerler örtüşüyor. Bahreyn, Yemen, Sudan gibi yerlerde reelpolitik ağır basıyor ve tutum ona göre belirleniyor.

        “Bugün Türkiye’nin etrafında 1979‘daki jeopolitik depreme (İran Devrimi, Saddam Hüseyin’in iktidarı ele geçirmesi ve Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali) benzer bir durum var. O günkü imkânlarla meselelere ancak uzaktan bakabiliyorduk. Sonuçlarıyla uğraştık... Bugünkü ortamda Türkiye’nin çıkarlarını gözeterek kurulacak düzenin şekillenmesine katkı yapan ülke olmak durumundayız.”

        Bu düzende ise Türkiye “mezhebi veya etnik kimliklerden kutuplaşma yaratmanın doğru olmadığına” inanıyor. Dışişleri yetkilisi birinci önceliğin Rusya‘nın bu işin böyle süremeyeceğine ikna edilmesi gerektiği olduğunu vurguladı. İran’ın da yanlış ata oynadığını fark etmeye başladığını, Suriye kaybedilirse bunun Irak ve Lübnan‘ın Tahran açısından kaybı anlamına gelmeyeceğini de ekledi. Son iki mesaj ise belki de en önemlileriydi. Türkiye askeri opsiyonu şu an için ihtiyaç duyulan bir tercih olarak değerlendirmiyor. Ancak yüzbinlerin sınıra akması halinde bir tampon bölge oluşturmayı düşünebilir.

        Diğer Yazılar