Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ŞEMDİNLİ'de kıran kırana bir çarpışma var. Amberin Zaman'ın yazdığı gibi bölgeye giriş çıkışlar yasak. PKK vur-kaç taktiklerinden vazgeçip ağır kayıplar vermesine rağmen çatışmada kalmayı tercih ediyor. Son zamanların en şiddet dolu yazlarından biri yaşanıyor.

        Bu olup bitenler Türkiye'nin sınır ötesinin iyice karıştığı, Suriye Kürtlerinin kendi siyasi kimliklerine sahip çıkmaya başladıkları bir sırada gerçekleşiyor. Bu konuya birazdan döneceğim. Belli ki Suriye'de rejim uzatmaları oynuyor. Gene de ağır insanlık dramları yaşanacak.

        Suriye'nin en kalabalık nüfuslu şehri, ekonomisinin can damarı Halep şehri 24 Temmuz'dan beri abluka altında. Daha önceleri Şam'la çatıştığında ağır bedeller ödemiş şehir, tüccar ruhunun da gereği olarak bu seferki ayaklanmaya hemen katılmadı. Ne var ki artık Halep de isyanın parçası. Esad rejimi ağır silahlarla saldırı helikopterleriyle 4 milyonluk şehre saldırıyor. Saldırıya hava kuvvetlerinin uçaklarla katılması durumunda şehirde tam bir insanlık faciası yaşanacağına kuşku yok.

        Böyle bir evreye gelinirse Türkiye'nin ne yapabileceği üzerinde ciddi şekilde düşünmek gerekir. Şu ya da bu nedenle hâlâ Arap isyanlarının uzaktan kumandalı olduğuna inanan, Ankara'nın siyasetinin ABD veya İsrail emriyle, en azından oraların çıkarları doğrultusunda şekillendiğini, bence yanlış şekilde düşünen geniş bir kesim var. Bu eğilim ve genelde savaşa bulaşmaktan kaçınma isteği en sabit unsur.

        Hükümet ise Halep konusunda sıkıntı yaşıyor. Yarın Halep'te bir insanlık dramı yaşandığı takdirde Batı'ya ve Batı'nın ikiyüzlülüğüne küfrederek vicdanları ferahlatmak mümkün değil. Zira Türkiye NATO üyesidir. Yani muktedirler kulübündedir. Ancak belli ki elden de pek bir şey gelmemektedir.

        Şu sırada yapılması gereken belki de en acil şey Fransa'nın BM Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırmasından da istifade ederek en azından Halep üzerinde bir uçuşa kapalı alan ilan edilmesini sağlamaya çalışmaktır. Ancak Rusya ve Çin vetoları bunu da engelleyecektir. Arap Birliği'nin Genel Kurul'da Esad aleyhtarı bir karar çıkartması da sonuçsuz kalmaya mahkûm bir adımdır. Görünen o ki, Türkiye tek başına Esad'ın Halep'i tahrip etmesini durduramayacak, uluslararası sistem de Suriye'de seyirci kalmaya devam edecektir.

        Suriye'deki şiddetlenen iç savaşın hasarı yalnızca güvenlik konularından ve insanlık dramları karşısında çaresizlikten anlaşılmıyor. Son dönemde artan sayılarda Cihadcı veya El Kaideci'nin de katılımıyla mezhepçilik gemi azıya almış durumda. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ilk kez El Kaidecilerin sınır ötesinde yerleşmelerini bir güvenlik sorunu olarak göreceklerini söylemesi bu bakımdan anlamlı.

        Muharrem Sarıkaya'nın dünkü yazısında yansıttığı gibi Davutoğlu hayli kapsamlı bir ufuk turu yapmış. Bölgede yaşananları yüzyılın değişimi diye değerlendirerek yaşanılan anın tarihselliğini de vurgulamış.

        Ancak bunu söyledikten ve Ortadoğu siyasi yapısının suniliğinden dem vurduktan sonra Suriye Kürtlerinin tercihlerinin çerçevesinin Türkiye tarafından belirlenebileceğini savunmak tutarlı değil.

        Beğensek de beğenmesek de tarihsel koşullar Suriye Kürtlerini daha önce Irak Kürtlerinin ve Şiilerinin de yaşadığı gibi siyasi aktörler haline getirdi. Buna dışarıdan ket vurulması da mümkün olmayacaktır. Hepsinden önemlisi bölgesel Kürt gerçeği karşısında Türkiye'nin kendi Kürt meselesini çözmeyi sürekli ertelemesi ve 1920'lerin çerçevesinden vazgeçmemesi büyük hata olacaktır.

        Tarihsellik yalnız bölgesel düzenin değişmesi anlamında varit değildir. Ülkelerin iç düzenlerinin yeni döneme göre şekillendirilmesini de içerir. Türkiye bağlamında bu demokratikleşme ve laik yaklaşımın korunması anlamına gelecektir.

        Diğer Yazılar