Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÜLKENİN gündemi daha sıcak konularla dolu olduğu için önemli tartışmalardan bazıları fena halde güme gidiyor. Özellikle ekonomik büyümeyle ve bunun sürdürülebilirliğiyle ilgilenenler, Türkiye'nin büyük ve etkili bir güç olmasına tutkuyla bağlananlar bu tartışmaları kaçırmamalı aslında.

        Türkiye'de günlük kur oynamaları, borsa hareketleri ve ne kadar para geldi gitti ötesinde pek tartışılmayan kalkınma konusunu geçenlerde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan Kastamonu'da yaptığı bir konuşmada gündeme getirdi. Kalkınma büyümeden farklı bir konudur. Büyümesiz gerçekleşemez tabii ama daha kapsayıcıdır. Bir toplumun yalnızca ekonomisiyle değil diğer kurumsal yapılanmalarıyla, iş ahlakıyla, yaşam düzeyi ve kurallarıyla edindiği zenginliğe, olgunluğa işaret eder.

        Şu sıralarda muhtemelen dünyadaki en deneyimli ekonomi yöneticilerinden olan Babacan'ın konuşmasının en çarpıcı iki başlığı, Türkiye'nin rehavete kapılma lüksü olmadığı ve kalkınmayı başarmak, "orta gelirli ülke tuzağı"ndan kaçınmak için nelerin yapılması gerektiğiyle ilgili söyledikleriydi. Babacan krizin başlamasından sonra dünya ekonomisine lokomotiflik yapan ülkelerden Çin, Hindistan ve Brezilya'nın sıkıntıya düşmeye başladıklarına işaret etmiş.

        Çin gibi asla durmayacağı varsayılan bir büyüme makinesinin hızının düşmesi pek yabana atılacak bir gelişme değil. Geçenlerde 600 milyonun elektriksiz kaldığı Hindistan'ın da yapısal sorunları, altyapısının felaket durumu ve bürokrasisinin köhneliği/çürümüşlüğü büyümesine sekte vurmaya başladı. Çok daha avantajlı konumda gözüken Brezilya'nın da hükümeti ekonomiyi yeniden harekete geçiremiyor.

        Bu yaşananların teknik detaylarını tartışmak bu sütunun işi değil. Ancak özellikle Çin'de niceliksel büyümenin sınırlarına dayanıldığı anlaşılıyor. Ülkenin ışık hızında giden büyümesinin yarattığı toplumsal sorunlar, çevre sorunları ve gelişmiş bir ekonomiyle baskıcı rejim arasındaki uyumsuzluk artan şekilde kendini gösteriyor.

        Geçenlerde bir şehrin içinden geçecek kimyevi atık borusunun yapımı vatandaşların ayaklanması neticesinde iptal edildi. Bu ve buna benzer irili ufaklı binlerce ayaklanmanın her yıl yaşandığı Çin'de gözlemlenen toplumsal muhalefet işaretleri aslında önemli mesajlar veriyor.

        Çin de daha önce yüksek ve hızlı büyümeyle ekonomilerini modernleştiren ülkelerin otoriter yapılarını kıramamaları nedeniyle yaşadıklarına benzer bir sıkıntıya doğru gidiyor. Kurumlar, hukuk ve idari yapılar, gelişmiş bir ekonomi, şehirleşmiş ve şeffaflık arzulayan giderek daha iyi eğitimli bir toplumun taleplerine cevap veremiyor.

        Kapalı yapılara özgü içten çürüme, demokrasi eksikliğinin getirdiği kuralsızlık ve belirsizlikler, sistemi sarsmaya başlıyor. 1 Ekim'deki liderlik değişiminden önce Komünist Parti içinde patlayan skandalları bu bağlamda okumak gerekiyor.

        Kısacası Çin, vardığı ekonomik gelişmişlik düzeyine uygun hukuk düzenine, şeffaflığa, hesap verebilirliğe sahip olmamanın sıkıntılarını şiddetle yaşamaya başlıyor. Otoriter kalkınmanın sınırlarını daha fazla hissediyor.

        Türkiye Çin değil gerçi ama gene de Ali Babacan'ın Kastamonu konuşmasındaki ikinci vurgusu bu bağlamda çok önemli: "Yüksek bir gelir seviyesi, yüksek bir refah seviyesi, ileri bir demokrasiye ulaşmak istiyorsak bunun mevcut eğitim sistemi ve mevcut hukuk sistemiyle gerçekleşmesi mümkün değil. Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olması için, ortaya koyacağımız çaba ve reformlar son derece belirleyici olacak... Türkiye'nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olması, iş dünyası ve Türkiye'nin kalkınması için olmazsa olmaz konular".

        Diğer Yazılar