Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURİYETÇİ Parti'nin başkan adayı Romney'in İsrail'de yaptığı konuşma ve ardından yazdığı bir yazıyla başlattığı tartışma aslında gayet iyi oldu. Zira kalkınmayı neyin sağladığı konusundaki küresel "münazara" çok uzun zamandan beri devam ediyor. Kültürün ön plana çıkarılması farklı dönemlerde farklı yerlerdeki yöneticilerin işine elbette geliyor.

        Batı'nın dünyaya şekil verdiği dönemde ve beyazların kendilerini üstün gördükleri zamanlarda Batı, yani Avrupa ve onun uzantılarının kültürünün zenginliğin ve gücün temelini oluşturduğunu söylemek doğaldı. Bu şekilde Batı tahakkümü altına girmişlerin kendilerini ancak o aynadan görmeleri ve kendi kültürlerinin eksikliği altında ezilmeleri de sağlanıyordu.

        Daha sonraları Asya hızla büyümeye ve kalkınmaya başladığında bu kez de başta Japonya olmak üzere kalkınma yarışında öne çıkmaya başlamış olanların başarısı kültürle açıklanmaya başlandı. Japonya'nın Şintoizmi, bir anda kapitalist gelişmenin motoru diye görülmeye başlandı. Asya'nın en kıdemli ve belki de en önde gelen devlet adamı Singapur'un eski başbakanı Lee Kuan Yu da ülkesinin ve genelde Asya'nın başarısını "Asya değerleri"ne bağlamaya pek meraklıydı.

        Tabii Batı veya Asya değerleri/kültürü filan dediğinizde de ister istemez satır arasında başkalarına yönelik bir küçümseme, ırkçılığa kayan bir hakir görme de varlığını hissettiriyordu. Kültürel bakış açısı aynı zamanda belli tarz bir muhafazakârlığın ideolojik gerekçesi de oluyordu. Değişmeyen kültürler, değişmemesi gereken hiyerarşiler ve toplumsal düzenlerin açıklayıcı unsuru sayılıyordu.

        Kendisi bir sonuç olan ama tabii ki yeniden üretildikçe nedenler arasına da giren kültüre abanarak tarih dışı, siyaset dışı, çıkar ve güç ilişkileri dışı bir anlayış kalıbı kurulmuş oluyordu. Gerçekten de geri kalmışlık, durağanlık, bunlara bağlı fakirlik kültüre bağlandıkça ne emperyalizmden, ne iç düzendeki iktidar ilişkileri ve sömürüden bahsetmek gerekiyordu. Kültür kader haline geliyordu.

        Kültürden bahsederken genelde dinin merkeze alınması da aslında yanlışı derinleştiriyordu. Din ancak kültürün unsurlarından biri sayılabilir. Yoksa aynı dine mensup insanların ve toplumların çok farklı kültürel davranış kalıplarına sahip olmaları da açıklanamazdı. Kısacası bir toplumun kültürünü, ona bağlı davranışlar kolay kolay değişmese de, bunları üreten maddi koşullardan, iktidar ilişkilerinden, bağlamlardan, kurumlardan, ideolojik söylemlerden bağımsız düşünmemek gerekir.

        Romney'in Filistin-İsrail karşılaştırması bu nedenle de çok çarpıcıydı. Filistinlilerin maddi koşullarından, işgalden, ekonomik hayatı sürdürmenin zorluklarından bahsetmeden iki toplumu karşılaştırmak saçma ötesiydi. Üstelik 1948 sonrası Arap dünyasının çeşitli yerlerine dağılan Filistinlilerin özellikle Körfez ülkelerinde hem ekonomik açıdan hem de yönetim bakımından ne kadar başarılı oldukları göz önünde bulundurulursa.

        Kültürün kalkınmadaki belirleyiciliğini kabul etmeyenlerin on yıllardır yaptıkları çalışmalar kurumları, siyasal iradeyi, sınıfsal ittifakları, mülkiyet hakkını koruyan bir hukuk sisteminin ve devletin varlığını ön plana çıkarıyor. Bu bakış açısını yansıtan yeni eserlerden Uluslar Neden Başarısız Olur (Why Nations Fail) kitabının yazarları Daron Acemoğlu ve James Robinson meseleyi şöyle özetliyor:

        "Zengin ülkeler kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumları yaratanlardır. Bunlar siyasi gücü toplumda geniş şekilde dağıtıp hesap verir hale getirirler. Şekillendirdikleri ekonomi geniş vatandaş kitlesinin becerilerini, yeteneklerini ve yaratıcılıklarını bir araya getirir... Kültürel farklılıklar ekonomik refah alanında gördüğümüz farklılıkları açıklamaya yetmez. Bunlar ya konuyla alakasızdır... Ya da zaten kurumsal farklılıkların sonucudur."

        Diğer Yazılar