Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BELKİ de çok az olgu, Türkiye'de kalıplar değişse de zihniyetin değişmediğini Adalet ve Kalkınma Partisi Kongresi'ne iktidar partisinin tasvip etmediği gazetelerin temsilcilerinin alınmaması kadar net gösterebilirdi. Kurumların ve kurumsal davranış alışkanlıklarının bulunmadığı yerlerde, otoriter zihniyet kendisini hep gösteriyor.

        Kongre'ye hâkim olan vizyonun da bu pratiğe uygun olduğunu söylemek gerekir. Başbakan Erdoğan Türkiye için, son dönem Osmanlı coğrafyasına yayılacak bir hegemonya tasavvurunu iktidar partisi adına ortaya koydu. Ustalık dönemi adı verilen dönem aynı zamanda Cumhuriyet'in yeniden tanımlanması, kimliğinin belirlenmesi ve temel ilkelerinin kurumsallaşmasının gerçekleşeceği dönemdir.

        Ortadoğu öncelikli bu tasavvura uygun dini ve milliyetçi motiflerin hakim olduğu konuşma, geleceğin iç düzeni açısından da dikkate alınmak zorundadır. Bu düzende birey hak ve özgürlüklerinin Başbakan'ın konuşmasında söylediği gibi kıskançlıkla korunup korunmayacağı demokrasi perspektifi açısından işin püf noktasıdır.

        İktidar partisinin iddiası fikren akraba sayılan ve Arap uyanışı sonucunda iktidara gelen Müslüman Kardeşler çizgisindeki İslamcı partilerle işbirliği yapmak onlara yol göstermektir. Bu şekilde Türkiye'nin gelişmişlik düzeyinden de yararlanıp bölgesel bir hegemon rolüne soyunmaktır. Bu rolün üstlenebilmesi ve başarıyla sonuçlandırılabilmesi için bugünün şartlarında iki koşulun gerçekleşmesi gerekir.

        Birincisi yeni rejimlerin kurucusu olmaya aday İslamcı partilerin böyle bir oyunu oynamak istemeleridir. Bunun garantisi yoktur. Kaldı ki "Ortadoğu'yu biz biliriz" iddiasının Suriye kriziyle ne ölçüde fos çıktığı ayan beyan ortadadır. Mısır'ın "takipçi"liğe razı olmasını beklemek gerçekçi değildir. Devlet Başkanı Muhammed Mursi meşruiyetini güçlendirmesi Kahire'yi yeniden Arap dünyasının merkezine yerleştirmesinden geçiyor. İkinci keman olmak isteyeceğine dair pek emare yok.

        İkinci koşul ABD'nin desteğidir. Şimdiye kadarki işaretler ABD'nin bu desteği vermeye hazır olduğunu gösteriyor. Üstelik tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Türkiye'de "şarka göre yeterli" bir demokrasi pratiğinden de rahatsız olmayacak gibidir, yeter ki demokratik rejimin şekil şartları yerinde olsun.

        Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün tam da kongre ardından Meclis'i açarken yaptığı konuşma bu nedenle çok önemliydi. Daha önce de kendi üslubu içinde hükümetin bazı pratiklerini eleştiren Cumhurbaşkanı Meclis konuşmasında Türkiye'nin önüne Başbakan'ınkinden farklı bir tasavvur koydu.

        Bu farkın gerektirdiği siyasi kavgayı Cumhurbaşkanı'nı verip vermeyeceği zaman içinde anlaşılır. Ancak Metropoll araştırmasına göre Cumhurbaşkanlığı için kamuoyunun açık ara ile tercih ettiği bir siyasetçi olduğunu not etmek gerekir. Buna Metropoll araştırmasında deneklerin yüzde 46.8'inin yeni bir siyasi partiye ihtiyaç olduğunu düşünmesi, böyle bir ihtiyaç olmadığına inananların yüzde 48.6 düzeyinde kalması da eklenebilir. Rakamlar Türkiye'nin gelecek rotasının henüz tayin edilmemiş olduğunu gösteriyor.

        Başbakan Erdoğan'ın çizdiği rota Osmanlı/Türkiye devletlerinin 200 yıllık Batılılaşma ve modernleşme deneyimini küçümser gibidir. Gül'ün AB projesini güçlü bir şekilde gündeme getirmesi, ortak değerlere atıfta bulunması, Kürt meselesi, basın özgürlüğü, Meclis'in merkeziliği konularındaki duruşu bu bağlamda çarpıcıdır. Cumhurbaşkanı 200 yıllık deneyimle Türkiye'nin kendi tarihsel ve m kültürel özelliklerinin harmanlanması önerisini yapmaktadır. Tarihsel perspektifte, Türkiye'nin müktesebatı göz önünde bulundurulduğunda Gül'ün tasavvurunun 21. yüzyıl Türkiye'sinin çıkarlarına daha fazla hizmet eder nitelikte olduğuna kuşku yoktur.

        Diğer Yazılar