Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İtalyan seçim sonuçlarının bir boyutuyla Almanya'nın çizdiği Avrupa anlayışına karşı bir isyan olduğuna şüphe yok. Daha doğrusu Almanya'nın ekonomi anlayışındaki katılığa, güney ülkelerini geçmişteki laçkalıkları nedeniyle acıyla terbiye etmeyi arzulayan Alman bakış açısına, hatta kavruk Protestan ahlak anlayışına karşı bir tepki söz konusu.

        Alman basının tepkisi de buna uygun . Anglosakson veya Fransız basınında İtalyan seçimlerinin yarattığı istikrarsızlık tehlikesi, koalisyon kurmanın zorluğu, irdelenir ve anlamlandırılmaya çalışılırken Alman basının bakışını Der Spiegel özetliyordu: "İtalya'nın gerçekle yüzleşmekten çocukça bir inatla kaçışı".

        Bu yaklaşıma göre İtalyan seçmenleri biri şaklaban anlamında diğeri meslekten iki komedyeni (sırasıyla Berlusconi ve 5 yıldız partisinin lideri Beppe Grillo) desteklediler. İtalyan seçim sisteminin etkisiyle İtalya'da ülkeyi yönetebilecek güce sahip bir hükümetin kurulması hayli zor. Solcu Demokrat Parti ile Berlusconi'nin partisinin kurabileceği büyük koalisyon hükümeti derde deva olmayabilir.

        Hem sağdan hem soldan, ülkenin hem Güney'inden hem Kuzey'inden ve özellikle de gençlerden destek alan Grillo'nun yüksek orandaki oyları, sonuçta protesto oyudur diye nispeten sindiriliyor. Ancak İtalya'nın içinde bulunduğu durumun baş sorumlusu, üstüne üstlük gerek yolsuzluk gerekse seks skandallarıyla rezil şekilde iktidardan uzaklaşan Berlusconi'nin partisinin neredeyse birinci çıkması herkesi hayrete düşürüyor.

        Bugüne dek Avrupa'nın en AB yanlısı ülkesi sayılan İtalya'da kampanyalarını AB karşıtlığı üzerine kuran iki parti yüzde 55 oy aldı. Daha bir sene önce ülke yönetimine getirdiği ciddiyet ve durumu toparlayabileceği inancı nedeniyle kamuoyunca desteklenen Mario Monti bir koalisyon hükümetini kurdurabilecek kadar bile destek almadı.

        BU tablodan iki sonuç çıkıyor: Birincisi, Fransız gazeteci Bernard Guetta'nın dediği gibi, Avrupa'nın pek çok ülkesinde giderek Avrupalı vatandaşlar AB karşıtlığına kayıyor. Halklarla seçkinler arasındaki makas açılıyor. Brüksel karşıtlığı, milliyetçi tepkiler artıyor. Piyasaların tercihleriyle demokratik toplumun tercihleri çatıştıkça bu eğilimler derinleşiyor.

        Bununla bağlantılı olarak Almanya'nın ekonomi anlayışına, kemer sıkma politikalarını ne pahasına olursa olsun sürdürme inadına karşı isyan kabarıyor. İtalyan seçimlerinin yarattığı istikrarsızlık tablosunun Avrupa'daki ekonomik durgunluğu daha da derinleştireceği göz önünde bulundurulduğunda her iki eğilim de güçlenecek demektir. Kısacası en geç Almanya seçimlerinden sonra AB ülkeleri bu vahşi kemer sıkma politikalarına son vermek durumunda kalacaklardır.

        İşin ilginç tarafı Avrupa sermayesi de giderek büyüme odaklı politikaların gündeme gelmesini arzuluyor. Bu durumda hem canı burnunda halkların ve sermayenin hatırı sayılır bir kesiminin isteklerini Avrupa Parlamentosu dile getirecek gibi duruyor. Parlamento'daki dört parti grubu üye hükümetlerin hazırladığı bütçeyi reddedeceklerini açıkladı. Parlamento Merkel'in politikalarının Avrupa'yı çatlamaya götürdüğünü, büyümeye odaklanmayan bütçe ve ekonomi politikası tercihlerinin AB'nin intiharı olabileceğini görüyor.

        Özellikle sol partiler büyümeye odaklı Avrupa ölçeğinde siyaset önerileriyle ortaya çıkarak milli hükümetlere meydan okuma hevesindeler. Başlarını da tam bir Avrupalı olan Parlamento Başkanı sosyal demokrat Martin Shultz çekiyor.

        İtalyan seçimlerinin şoku ve artçı dalgaları daha bir süre AB'yi sarsacaktır. Ama giderek daha iyi görülmektedir ki "Alman modeli Avrupa" hırsı AB'nin varlığını tehdit eder hale gelmiştir. Bu modele karşı isyan yeniden ateşlenmiştir. Dalga dalga da yayılacaktır.

        Diğer Yazılar