Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SON on yıl içinde Türkiye'nin yaşadığı köklü değişim, Ortadoğu'da yaşanan deprem benzeri gelişmeler Türkiye'nin düzen ve siyasal yön tercihlerini giderek dünya açısından daha önemli kıldı. "Türkiye modeli" sözü geçmişte olduğundan daha sık kullanılır hale geldi. Beklentiler yükseldi. En son Arap isyanları sonrasında uluslararası sistem Türkiye'nin Arap dünyasındaki gelişmelerde yapıcı katkı yapmasını bekledi.

        Arap isyanlarının ikinci yılı geride kalır, Suriye'de dünyanın seyrettiği iç savaşta büyük bir kıyım yaşanırken "Türkiye modeli" ve Türkiye'nin dış politikadaki büyük başarıları daha az konuşuluyor. Türkiye dünyanın ve özellikle Ortadoğu'nun bugünkü halinde önemini yitirmiyor ancak bundan dört-beş yıl öncenin izleyenleri heyecanlandıran ülkesi olmaktan da çıkıyor.

        Şanghay Beşlisi tartışmalarının AB ülkelerini silkelemek, bazı üyelerin Türkiye'ye yönelik kibirli, küstah, dışlayıcı tavırlarından vazgeçmelerini sağlamak gibi bir hedefi olduğu çok söylendi. Belki bu böyledir. Zaten Türkiye'nin hangi iktidar altında olursa olsun birinci tercihi mümkün olduğu kadar kendi başına hareket etmektir. Bugün de Avrupa Birliği ve Batı dünyasıyla ilişkilerin bugünkü iktidarın kendi hedeflerine ulaşmasında ayak bağı olmaması isteniyor.

        Ne var ki özellikle son iki yılın verdiği en önemli ders Türkiye'nin kendi başına çevresindeki gelişmeleri etkileme, yönünü belirleme becerisinin ya da kapasitesinin sınırlı olduğuydu. Galiba biraz da bunun etkisiyle AB ile komada olan ilişkiler canlandırılmaya çalışılıyor. Aslında bunu her iki taraf da arzuluyor. İçlerinden gelmese de bu denli derin bir belirsizlik ortamında tarihi kökleri derine giden ilişkileri öldürmek iki tarafın da çıkarına uygun değil.

        Türkiye en azından güvenlik bağlamında Batı'dan özel olarak da NATO'dan kopamadığını, uzunca bir süre de kopamayacağını son üç yıl içinde iyice anladı. Avrupa ise Türkiye'nin başına buyruk olma arzusunun, kendine farklı kimlik alanlarından strateji çizme ihtirasının, ne tür sarsıntılar yaratabileceğini idrak etti. Gene de taraflar ilişkilere iyice enerji getirecek yeni yaklaşımlar veya süreci farklı bir raya oturtacak bir dil geliştirebilmiş değiller.

        Türkiye açısından Ortadoğu'nun ya da Balkanların en iyisi, en güçlüsü, en istikrarlısı olmak aslında yeterli değil. Herkesin gıpta ettiği ülke olmanın kriterleri AB çerçevesinde belirleniyor. AB'nin itici gücü olmadığında Türkiye, Hugh Pope'un "Türkiye'nin AB ile kırılgan baharı" başlıklı yazısından aktardığı üzere pek çok kriterde geriye düşmeye başlıyor.

        Türkiye yükselen piyasalar içinde cazibe açısından yedinci oluyor. İstanbul küresel şehirler rekabetçiliğinde 74. sırada. Birleşmiş Milletler'in İnsani Kalkınma Endeksi'nde hâlâ 92. Sırada. Ekonomik göstergeler böyleyken geçtiğimiz yıllarda hızla iyiye giden demokrasi göstergelerinde geriye dönüş başlamış. Economist Intelligence Unit'in "2011 Demokrasi EndekSi'nde" Türkiye 88. sırada bir 'sorunlu demokrasi'.

        Dünya Adalet Projesi'nin 2012 yılı Hukukun Üstünlüğü Endeksi'ne göre, Türk yargısı temel hakları korumada 76. sırada. Sınır Tanımayan Gazeteciler'in "2013 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde" Türkiye 154. iken, Dünya Ekonomik Forumu'nun "Küresel Cinsiyetlerarası Fark Raporu"nda 2006'da 105.'likten 124.lüğe düşmüş.

        Bu verilerden iç açıcı bir tablo çıkmıyor. Bu nedenle AB üyelerine olan kızgınlığı bir kenara koyarak, eskiden dendiği gibi, "kendimiz için" reform yoluna düşmekte sayısız fayda vardır. Gerçekten özgürlükçü ve erkler arası dengeleri iyi kurgulanmış bir Anayasa hazırlamak, Kürt meselesini, Alevilerin dertlerini özgürlükçü bir mantıkla çözmek toplumun refahı açısından da olmazsa olmaz bir hedef sayılmalıdır.

        Diğer Yazılar