Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        30 Mart 1972'deki, Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü, BDP milletvekili, dönemin Dev-Genç Başkanı Ertuğrul Kürkçü'nün sağ kurtulabildiği Kızıldere katliamının ardından Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi tek cümlelik bir yazı yazmıştı: "Tanrım bu son çılgınlık olsun"

        Gezi Parkı'nın mutlaka boşaltılması gerektiğini Başbakan Erdoğan söyledi. Herhalde pazar günü iktidar partisinin yapmayı amaçladığı büyük gövde gösterisinden önce bir operasyon yapılacaktır da. Bu operasyonun iktidar açısından mutlaka başarılı olması yani Gezi'nin boşalması gerekecektir. İnşallah bu operasyona gerek kalmadan kriz çözülür. Daha önemlisi eğer bir saldırı yapılacaksa inşallah sonrasında kimse böyle bir başlık atmak zorunda kalmaz.

        Bu olaylar bir sonuca bağlandığında sapla saman karışmaktan kurtulduğunda, ortalıktaki sis ve duman kalktığında daha sağlıklı değerlendirmeler yapma imkanı olacaktır. Bu olayların arka planını, insanların neden sokağa çıktıklarını, protestonun toplumsal anlamını daha iyi çözeceğiz. Dahası bu hareketlenmenin kalıcılığını, yaygınlaşıp yaygınlaşamayacağını anlamamız için ipuçlarımız da olacak elde.

        Oğuz Işık ve Ela Ataç'ın Radikal 2'deki "Örgütsüz örgütlülük" başlıklı yazısı bu değerlendirmeleri yapmaya başlarken rehber alınacak gözlemlerle dolu. Yazarlara göre Türkiye'de siyaset "ilk kez şimdi normalleşmekte"dir. Üstelik bu, "şimdiye dek iddia edildiği şekilde tepeden inme, zorlama bir 'normalleşme' değil, tam tersine dipten gelen, tabandan yükselen bir normalleşme. Bu bir yandan da siyasetin asıl olması gereken yere, gündelik yaşamın ve kentin merkezine konmasıdır".

        Geleceğe baktığımızdaysa şimdilik ortaya çıkan en önemli sonuç kentli yaşamla ilgili. "Türkiye kentleri, içinde yaşayan toplumsal grupların birbirine neredeyse hiç dokunmadığı, bırakın dokunmayı, gündelik yaşamda birbirlerini görmedikleri bölünmüş kentler. Bu bölünmüşlük elbette ki AKP'nin marifeti değil; son 30 küsur yıldır böyle bir eğilim zaten var... AKP'nin kenti sadece kentsel rant üzerinden anlamlandırması, kentte yarattığı elbette ki biraz sahte değer üzerinden yeni bir orta sınıf yaratma çabası, kenti iyice böldü, zaten parçalı olan kentleri iyice ayrıştırdı."

        Bu anlamda Gezi ile bağlantılı İstanbul ve diğer şehirlerdeki gösterilerde "kentin kapsayıcılığı(nın), birleştiriciliği(nin), farklı seslerin, farklı renklerin eylem alanı olduğunun altı ilk kez bu denli kalın çiziliyor". Kenti merkeze alan bir siyaset anlayışının giderek kendini daha fazla hissettireceğini haber veriyor yaşananlar.

        Gezi protestoları şu ya da bu şekilde bittiğinde, yaralanmış, hırpalanmış, ezilmiş bile olsa Gezi ruhu yaşayacaktır. Toplumsal gerçeklere bakmayı biraz bilenler açısından bu basit bir gerçektir. O ruhun nerede, ne zaman tekrar ortaya çıkacağı, çıktığında nasıl bir şekil alacağı önceden kestirilemez.

        Toplumsal açıdan çok önemli bu dinamiği iktidarın anlamadığını düşünmek aslında yanıltıcı olabilir. Yavuz Semerci'nin dünkü yazısındaki vurgusu daha açıklayıcı kanımca. Semerci'ye göre "Türkiye'de ilk kez bir iktidar, 'iktidardan gitmekten' ölesiye korkuyor". Gittiği takdirde yönetici kadroların ve onlara destek verenlerin on küsur yıldır edindikleri kazanımların kaybedilebileceği korkusunu bu nedenle aşılıyor. Ortamı gergin tutarak kitlesinin bölünmesini engelliyor.

        Tabii tüm bunlar Türkiye'yi bölgede ve dünyadan aslında inanılmaz ölçüde zayıflatıyor. İçe döndürüyor, ekinliğini eritiyor. Ülke içe dönerken, bugünkü İran seçimlerinin sonuçlarından, Suriye rejiminin Halep'i yeniden kontrolüne geçirmesine dek pek çok gelişme ülkenin etrafındaki ateş çemberini de daraltıyor.

        O ateş çemberi yazık ki buraya mutlaka sirayet edecektir. Ettiğinde de kendi hatamızdan el âlemin komplolarını sorumlu tutmanın anlamsızlığı belki anlaşılacaktır. Geç de olsa.

        Diğer Yazılar