Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YARIN Mısır'da Mübarek rejiminin devrilmesine yol açan Tahrir Meydanı gösterilerinin üçüncü yılı. Bu üç yıl içinde Mısır hayli çalkantılı günler geçirdi. Sonuçta eski rejimin asli sahibi Mısır ordusu seçimle işbaşına gelmiş Muhammed Mursi'yi hatırı sayılır bir kitle desteği alarak devirdi.

        Kanlı gelişmelerin yaşandığı son altı aylık dönemde Müslüman Kardeşler gibi, ona muhalefet etmiş laik ve liberal unsurlar da siyaseten ezildiler. İş, Müslüman Kardeşler'in terörist örgüt ilan edilmesine kadar vardı. Bu şartlarda yapılan Anayasa oylamasında son derece düşük bir katılım ve inanması güç yükseklikte bir destekle Mısır yeni bir evreye geldi.

        Mısır'daki Müslüman Kardeşler yönetiminin başarısız olması ve Suudi Arabistan destekli bir darbeyle devrilmesinin ardından siyasal İslam'ın küresel siyasetteki konumu da değişti. Müslüman Kardeşler'in yönetimdeki beceriksizlikleri, teknik kapasite eksiklikleri, yönetim sorumluluğunu ideolojik takıntılarına feda etmeleri başarısızlıklarında önemli bir rol oynadı.

        Ordunun darbeyi yapması bu başarısızlığın sorumlularının sivil yöntemlerle iktidardan düşmesinin önünü tıkadı. Darbe sonrası yaşanan şiddet, hukuksuzluk ve artan baskının yarattığı mağduriyet işlerine yarasa da son üç yılın hülasası Müslüman Kardeşler efsanesinin sönmesidir. Üstelik söz konusu başarısızlık Mısır'da, Müslüman Kardeşler örgütünün kurulduğu Arap dünyasının en büyük ve önemli ülkesinde gerçekleştiği için etkileri geniş oldu.

        Üç yıllık deneyimden arta kalan, bu konuların en önemli uzmanlarından ve başlangıçta Müslüman Kardeşler'in başarılı olacağını düşünmüş Olivier Roy'un tespitiyle, "kimsenin demokrat olmadığındır: "Liberaller demokrat değil. Ordu ne liberal ne demokrat. Müslüman Kardeşler'in de eğer demokrasiye herhangi bir inancı var idiyse o da artık yok oldu."

        Arap isyanlarının ve demokratikleşme arayışlarının bugün vardığı evrede karşı devrim güçlerinin, yani Körfez'in muhafazakâr monarşilerinin hamle üstünlüğünü ele geçirdiği anlaşılıyor. Bu geçicidir. Ancak İslamcı siyaset yapanların dünya sisteminde makbul ve makul oyuncu olarak kabul edilebileceklerine dair inanç ciddi bir darbe almıştır.

        Bu bakımdan yalnızca yeni bir siyaset yapısı, toplum örgütlenmesi modeli, adil iktisat düzeni ortaya koyamadıkları için değil en temel becerilerdeki yetersizlikleri nedeniyle de "ılımlı" olduğu düşünülen İslamcı siyaset küresel desteği kaybetmiştir.

        Bu tespit Türkiye'de gerek AKP hükümetinin geleceği gerekse halen sürmekte olan Türkiye'deki İslamcı hareketin iç savaşı açısından önemli sonuçlar içeriyor. İktidar partisinin hükümet kurabilmesi Türkiye'de sistemin çökmesi ve derin bir meşruiyet krizine girmesiyle mümkün oldu. 11 Eylül saldırıları ardından dünyada da İslam dünyasında modern devlet yapılanmasına, küresel ekonomiye ve demokratik siyasete açık bir İslamcı siyasi hareket arayışı başlamıştı.

        Hem iktidar partisi hem de Gülen hareketi böyle bir ortamda, kendilerine ait alanlarda rahatça hareket etme imkânı buldular. İçerideki ortaklıklarının sağladığı güce ek olarak dünya sisteminden de ciddi destek aldılar. Uzunca bir süre Türkiye şiddet müptelası cihatçı hareketlerin panzehiri olarak görüldü, kendisi de bu şekilde hareket etti. Arap isyanlarıyla başlayan dönemde Türkiye aynı nedenle el üstünde tutuldu. Rejimlerini deviren ülkelerin geçiş dönemlerinde olumlu ve yapıcı bir rol oynaması beklendi.

        Mısır fiyaskosu/darbesi ve Suriye'deki savaşın aldığı yön dolayısıyla bu bağlam radikal şekilde değişti. Bu değişikliği fark etmeyen veya bu değişikliğe uygun şekilde, ilkelerini feda etmeden yeni siyaset ve üslup geliştiremeyen iktidar partisi ofsayta düştü. Giderek hareket alanı daraldı. Buna demokratikleşmeyle değil otoriterleşme ve eski Türkiye'nin şizofrenisini canlandırmakla karşılık verince krizi derinleşti.

        Diğer Yazılar