Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜNYA plajda oynayan 4 çocuğun ölümü de dahil Gazze’de olup bitenleri seyrederken, İsrail HAMAS’ın tünellerini yok etmek üzere kara harekâtını başlattı. 1 ay önce sanki kimsenin istemediği hatta aklında olmayan bir noktaya da 3 hafta içinde gelinmiş oldu. İsrail, anlaşıldığı kadarıyla bir taraftan HAMAS’ın askeri gücüne bir kez daha ağır bir darbe vurmak istiyor. Öte yandan HAMAS’ın siyasi önderlerini hedef tahtasına yerleştirmiyor. Bunun sebebi de HAMAS’ın tüm idari yapısının yıkılması halinde Gazze’de düzenin tümüyle çökmesinin sonuçlarından korkması. Zira böyle bir durumda o keşmekeşte ancak daha radikal, daha şiddet düşkünü ve daha kontrolsüz örgütler öne çıkacaktır.

        İşin en kötü tarafı, sivil Filistinlilerin canı ve kanı üzerinden oynanan bu savaş oyununun sonunda gene temeldeki durum değişmiş olmayacak. Tüm Filistinliler toplu bir beyin transferi yaşamadıkları takdirde kendi devletlerine sahip olma hedefinden vazgeçmeyecekler. O durumda sonsuza kadar bile sürebilecek bir çatışma durumu tasavvur etmek gerekir. Ne var ki sonsuza kadar vakit yok. İsrail’in askeri gücü ne olursa olsun, dünya Batı’sıyla, Rusya’sıyla, Çin’i ve Hindistan’ıyla bu devlete ne kadar müsamaha gösterirse göstersin, demografi ve dünya siyaseti Filistin-İsrail ilişkisinin bu şekilde sürmesine izin vermeyecek. Arap dünyasının yönetici kadrolarındaki HAMAS antipatisi, kendi toplumlarına izledikleri politikayı kabul ettirmek için yeterli bir gerekçe olamayacak.

        Filistinli gazeteci Rami Huri’nin “Kahramanca bir trajedi” diye tanımladığı HAMAS’ın da aslında izlediği yolda bir yere varması mümkün değil. Bir yandan daha önceleri El Fetih’in yaptığı gibi ulusal kimliğe sahip çıkıyor, bir egemenlik arayışını sürekli diri tutuyor. Öte yandan Huri’ye göre, “İzlediği strateji ve taktikler Filistinli sivillerin kitlesel acısına yol açıyor”. Bugünkü güç dengeleri içinde şiddet ya da terör eylemleri yoluyla istediğini elde edebilmesi mümkün değil. Gazze’deki 8 yıllık yönetiminde koşulların dayattığının ötesinde berbat ve baskıcı bir yönetim sergilediği için aslında eskisi kadar popüler de değil.

        Asıl sorun burada da değil. İsrail siyasetinin bugünkü güç dağılımında barış yanlısı bir akım, bir dalga yok. 1982’de Sabra-Şatila katliamlarından sonra, Arap dünyası sessiz otururken meydanlara çıkıp Şaron’un istifasını isteyen barış yanlısı aktivistler giderek yalnız ve patetik bir azınlık haline geldi. Bunda bir yandan İkinci İntifada’nın şiddet dalgalarının etkisi varsa da asıl sorun İsrail’in demografik dönüşümünden kaynaklandı. Bu durumda güçlü taraf olan İsrail’de barışı isteyen, bunun için risk almak bir yana ortaya basit bir plan koyacak siyasi irade yok. Filistin tarafında ise meşruiyetini neredeyse tümden yitirmiş bir Filistin yönetimi ve onun başı Mahmut Abbas, tükenmiş bir entelektüel ve siyasi kadro var. Bu durumda yeni nesil Filistinlilerin önünde iki seçenek bulunuyor. Birincisi, Üçüncü İntifada’yı başlatmaktır ki bu, bugünün şartlarında sadece Filistinlilere zarar verir. İkincisi ise giderek daha örgütlü bir şekilde iki devletli çözüm talebinden vazgeçerek iki uluslu, tek devletli hedefi gündeme getirmektir. Geçmişten farklı olarak bu kez dünya kamuoyu, Filistinlilerin, barışçı olmak kaydıyla, hedeflerine destek verecektir. Giderek hız ve güç kazanmaya başlayan dünya çapındaki boykot hareketi, hayli uzun erekli bu hedefin sürükleyicilerinden birisi olacaktır.

        ABD yönetimlerinden herhangi bir şekilde medet umulmasından vazgeçmek de gerekir. Amerikan iç siyasetindeki dengeler, ideolojik takıntılar ve bu konudaki önyargılar Washington’un bu sorunu çözmesine engeldir. Türkiye’nin ise bu sorunun çözümünde bugünkü tarzı ve konumuyla belirleyici bir rol oynaması söz konusu değildir.

        Diğer Yazılar