Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YENI Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki talihsizlik, bu işin siyaset yelpazesindeki tek bir akıma, İslamcılığa, kalmış olmasıdır. Gerçi bunun en önemli nedeni Türkiye’deki diğer siyasal akımların entelektüel ve siyasi iflasıdır. Bunların ülkeye sunacak, toplumun özlem ve taleplerine cevap verecek bir program ve söylemi yok. Örgütlerini ortak bir hedef peşinde harekete geçirme becerilerinin nakıs olduğu ise seçimlerde ortaya çıktı.

        Türkiye her şeye rağmen toplumsal gelişme ve ekonomik kalkınma yolunda ilerlemiş bir ülke olmasaydı tek kanaldan yapılan bu inşa işlemi bugünkü ölçüde sıkıntı yaratmazdı. Üstelik İslamcı siyasetin toplumsal-bireysel hayatları kontrol etme hırsı dışında alternatif bir toplumsal örgütlenme modeline sahip olmadığı da ortada. Sıradışı bir liderin sürüklediği, popülizmin ötesinde bir muhayyilesi çıkmadı.

        Yüzde 52’lik desteğin hedeflenen proje açısından yetersizliğinin bir nedeni budur. (İslamcılık ve bugünkü durumu hakkında Birikim Dergisi’nin kapsamlı analizler içeren son sayısını öneririm) Yetişmiş insan ve düşünce gücünün önemli bir bölümünü dışlayarak Türkiye’nin kendisine esaslı bir gelecek kurabilmesi söz konusu değildir.

        Yeni Cumhuriyet’in inşasında yaşanacak zorlukların bir diğer kaynağı bölgesel ve küresel koşulların AKP’nin iktidara geldiğindeki koşullardan farklı olmasıdır. İktidar partisi 2002’de seçimi kazandığında siyasal İslam’dan beklentiler yüksekti. Türkiye gibi laiklik ve demokrasi tecrübesi, tüm eksikliklerine rağmen, köklü bir ülkenin 11 Eylül’ün cihatçı projesinin antitezini oluşturması bekleniyordu.

        AB üyeliği için gerekli reformların İslamcı köklere sahip parti tarafından gerçekleştirilmesi heyecan yaratıyordu. Olumlu beklentiler Arap isyanlarına kadar canlılığını korudu. O dönemde “Türkiye modeli”nden sıkça söz edildi. Ne var ki o an hem Tunus dışındaki Arap ülkelerinde umulandan farklı şekilde evrildi, hem de körleştirici bir ideolojik ihtirasa kendisini kaptıran Türkiye o anı fena halde ıskaladı.

        Arap isyanlarından sonra o eski bölgesel ve küresel iklim artık yok. Türkiye giderek daha kısıtlı bir özgürlük ortamında ve İslami tonu giderek daha ağır basan bir siyasi söylem ve pusulayla yoluna devam ediyor. Tüm dünya siyasal İslam’a cephe almış durumda.

        Kısacası yeni Cumhuriyet’in siyasi-toplumsal projesi bu kez derin bir popülizme yaslanarak ve uluslararası ortama rağmen inşa edilmeye çalışılacak. Popülizm, bizatihi kötü bir olgu değil. Ne var ki sonu, genelde popülizme teslim olmuş toplumlar açısından sıkıntılı biter.

        Jan Werner-Müller’in Erdoğan ve Popülizm’in Paradoksu (Erdoğan and the paradox of populism) adlı yazısında yazdığı gibi, “Popülizm tümüyle ahlakileştirilmiş bir siyaset anlayışıdır. Popülist siyasetçi kendisinin -ve yalnızca kendisinin- halkı temsil ettiğini iddia eder. Popülistler yalnızca seçkin karşıtı değildir çoğulculuk karşıtıdırlar ve liberal değildirler. Siyasetleri hep kutuplaştırıcıdır, vatandaşları saf ve ahlaklı birileriyle ahlaksız diğerleri olarak bölerler.

        Popülist liderin gözünde meşru muhalefet olamaz. Lidere karşı olan halka da karşıdır... Ahbap-çavuş ilişkileri ve yolsuzluk liderin seçmen indindeki desteğini eritmez. Bu tür davranışlar ahlaksız ‘onlar’a karşı ahlaki bir ‘biz’e hizmet eder diye değerlendirilir... Liberallerin popülistlerin yolsuzluklarını sergileyerek onları zayıflatacakları beklentisi geçersizdir. Yapılması gereken vatandaşların kahir ekseriyeti açısından yolsuzlukların yarar sağlamayacağının, demokratik hesap verme eksikliği, düzgün işlemeyen bir bürokrasi, hukuk üstünlüğünün olmayışının uzun vadede tüm halka zarar vereceğinin gösterilmesidir.”

        Bu zor işi gerçekleştirmek için lazım olan enerjiye, inanca, tutarlılığa, azme ve sebata sahip değilseniz o zaman Yeni Cumhuriyet’in inşasını ancak uzaktan izleyeceksiniz demektir.

        Diğer Yazılar