Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İSLAM devleti adını alan ve halifelik ilan eden İslam Devleti’nin (IŞİD’in) tüm ilgili güçleri gafil avlayan Musul “fethi” ve ardından gerçekleştirdiği Erbil’e yönelik hamle Irak siyasetini kökten etkiledi. Bu olayların ardından yaşanan gelişmelerle Irak’ta kolaylıkla istikrarlı bir düzene geçileceğini söylemek mümkün değil. Ancak geçen aya göre farklı bir hatta bulunulduğuna da şüphe yok. Irak’ta belki de son kez mezhepler arası uzlaşmaya dayalı bir siyasi çözüm zorlanacak.

        Tüm gelişmelerden çıkan ortak sonuç ise İslam Devleti’nin oluşum ve örgüt olarak hem bölgesel hem de küresel anlamda sisteme karşı bir tehdit oluşturduğu için ağır hasara uğratılması gereği. Bugüne dek cidden yüksek stratejik akıl sergilemiş örgütün kolayca alt edileceğini bekleyen de yok. Dolayısıyla on yıl kadar sürecek bir mücadeleden ve şiddetle dolu istikrarsızlık geleceği belirleyecek. Bu gelecek içinde Suriye’de de BAAS rejimi kalıcı olabilecek.

        Yaşananların Türkiye açısından elbet büyük önemi var. Bu gelişmeleri doğru değerlendiremezse Türkiye 2000’li yıllarda biriktirdiği stratejik sermayeyi iyiden iyiye kediye yükleyecektir.

        Yeni bir dış politika rotası çizilmesi bir gereklilik olmaktan çıkıp bir stratejik zorunluluğa dönüşeli aslında hayli zaman oldu. Ne var ki iç politikadaki yoğun gündem ve ideolojik şartlanmalarla dış politika söylemi oluşturmanın getirisi nedeniyle bu konunun üzerine pek gidilemedi. Amatör yorumcuların Türkiye’ye her konuda başrol biçmeleri gibi masallarla avutulmaya çalışılan Türkiye kamuoyu dışarıda farklı nedenlerle ülkenin ne müthiş bir irtifa kaybına uğradığını görmedi.

        Pazartesi günkü Hürriyet Gazetesi’nde Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtlarken sabık Bağdat büyükelçisi ve ondan önce de Irak Özel Temsilcisi Büyükelçi Murat Özçelik şunları söylemiş: “Türkiye 2005’ten 2010’a kadar bölgesinde her türlü inisiyatifi alıp, arkasına Batı’yı da toplayabilen, İslam ülkelerini de toplayabilen gerçekten ciddi bir aktördü...Eğer hükümet o dönemde bunu yapamadı desem yalan söylemiş olurum.... halbuki bugün...Bağdat’ta hükümet kuruluyor. Kimse ‘gel şurada pozitif katkına ihtiyacımız var’ demiyor.”

        2010’daki zirve sayılacak noktadan bugünkü yardımcı aktörlük konumuna geçişte, Özçelik’in de vurguladığı gibi Suriye’deki isyanın başlamasından sonra iyiden iyiye belirginleşen ideolojik tercihlerin payı yüksekti. Buna Türkiye’nin gücü ve bölge dengeleri hakkında temennileri analiz yerine koymanın getirdiği hatalar zincirini de ekleyebilirsiniz.

        Bu hatalardan en önemlisi, Türkiye’nin dünyadaki imajını en kötü etkileyeni ise ülkenin Suriye iç savaşında mezhepçi bir tutum takındığı algısı ve bugünün İslam Devleti de dahil en radikal gruplara en azından büyük kolaylıklar gösterdiği yönünde bir kabulle muhatap olmasıydı. Musul’daki konsolosluğun basılıp içindeki küçücük bebek dahil 49 kişinin “alıkonulması” hem bu politikanın çoktan anlaşılması gereken yanlışlığını bir kez daha sergilemiş, hem de bu olgu Türkiye’yi daha sonraki gelişmelerde stratejik bir zaafa mahkûm etmişti.

        ABD ile İran Bağdat’taki Başbakan değişikliğini birlikte sağladılar. Burada Türkiye’nin herhangi bir dahli olmadı, olamadı. İslam Devleti peşmergeyi süpürüp, yok edici şiddetini ve vahşetini Türkmenlere, Ezidilere, kendinden olmayan tüm gruplara yönelttiğinde Türkiye kimselere gerekli yardımı yapamadı.

        Ankara, 49 “alıkonulmuş” vatandaşı nedeniyle bölgedeki en yakın müttefiki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’e yönelik İslam Devleti saldırısında silahlı gücünü kullanamadı. En önemlisi, peşmergenin beceremediğini Suriye’den PYD’liler ve PKK’lılar becerip ID’yi püskürttüklerinden Kürdistan bölgesindeki Kürtler arası denge Barzani’nin KDP’si aleyhine ve PKK’nın lehine değişti. ABD ve AB’nin terör örgütleri listesinde bulunan PKK kendisine ciddi bir meşruiyet alanı yaratmış oldu.

        Diğer Yazılar