Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na çıkmasının ardından yeni hükümeti bekleyen önemli işlerden birisi dış politikada köklü bir ayarlamaya gitmek olmalıdır. Bunun gerçekleşmesi için ciddi bir özeleştiri yapmak ve ideolojik filtrelerden kurtulmak gerekecektir. Dış politikada hayli uzun zamandır başarı sayılacak bir durumda olunmadığını henüz kavramamış, hayalci, İslam Devleti gibi örgütlerin vahşetini pek kafaya takmayan kamuoyunun heyecanlarının dizginlenmesi de gündemin önemli maddelerinden biridir.

        Atılacak en önemli adımlardan birisi Türk dış politikasının, iç politikada güç biriktirmenin aracı olmaktan çıkarılmasıdır. Gerçekten de iç politikada prim yaptığına inanılan söylem ve tavırlar ülkenin dış dünyadaki ağırlığına halel getirerek, itibarını olumsuz etkiliyor. Üstelik, Türkiye kamuoyu yanlış bilgilendirildiği veya doğru bilgiye ulaşamadığı için fark edemese de dış politikanın başarısızlıkları dünyada, bölgede gayet net değerlendiriliyor. Aynı hatta gitmeyi sürdürmek Ankara’nın giderek daha az ciddiye alınmasıyla da sonuçlanacaktır.

        Dış politikada yeni bir yaklaşım benimsemenin hayli güç olacağına da kuşku yok. Bir yandan 2003-2010 döneminin başarılarına takılıp kalma, bunların arkasına saklanma dürtüsü var. Diğer yandan Türkiye’ye manevra kabiliyetini veren temel ilkeler uzun zamandır savsaklandı. Bunların başında, uzunca bir süre Erdoğan hükümetlerinin de benimsediği şekilde bölgedeki gelişmelere mezhepler üstü bir yaklaşımla, daha doğrusu laik bir perspektifle bakmaktan vazgeçilmesi geliyor.

        Cansu Çamlıbel’e verdiği mülakatta eski Irak Özel Temsilcisi ve Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik de benzer bir gözlem yapıyor. 2010-2011’e kadar mezhepçi yaklaşıma prim verilmediğini ama bir kez o yoldan çıkıldıktan sonra ne bölgedeki kayda değer aktörleri ne de dünyayı mezhep savaşının bir tarafında yer almadığınıza inandırmanın güçlüğünden söz ediyor. Bunun bir sonucu Türkiye’nin Şii Arap dünyasındaki tüm inanılırlığını yitirmesi, dünya tarafından da gizlenemeyen kanıtlarıyla birlikte Cihadcı hareketlerin hamisi olduğu imajının yerleşmesi oluyor.

        Önümüzdeki dönemde tam da bu nedenle Türkiye’yi en çok zorlayacak konu İslam Devleti ile olan geçmiş ve halihazırdaki ilişkisi olacaktır. Bu ilişkiyi tamamen koparmak bir yandan Türk vatandaşlarının örgütün elinde tutsak olmaları, diğer yandan da hükümet tarafından bu örgüte yardımda bulunanlara gösterilen müsamaha nedeniyle zordu.

        Belli ki yalnızca örgüt içinde Suriye ve Irak’ta savaşanlardan ibaret olmayan bir sempati ağı ülke içinde mevcuttur. Eldeki tüm haberler ve veriler devletin bugüne dek bu örgüte niteliğine uygun bir mesafede ve sertlikle yaklaşmamış olduğu yönündedir. Çok ciddi bir skandal olan Almanya’nın Türkiye’deki istihbarat toplama eylemleriyle ilgili haberleri Kürt meselesi bağlamında olduğu kadar bu bağlamda da değerlendirmek gerekir.

        Benzer şekilde Suriye iç savaşında Cihadcı örgütlere yapılan yardımlar ve gösterilen kolaylıklar konusunda ABD yönetiminin, özellikle de Pentagon’un bir hayli veri biriktirmiş olduğu anlaşılıyor. Türkiye bu yükü taşıyamaz ve müstakbel hükümet ülkeyi bu yükten kurtarmakla yükümlüdür. Özçelik’in dediği gibi “Cihatçıların mobilizasyonunun engellenmesi için her türlü tedbiri alıp hepsini İnterpol ve kırmızı bültenle aratıp yakalatacak bir düşünce yapısına gelmeniz lazım”.

        Önümüzdeki dönemde Ortadoğu’daki tüm devletler açısından birincil mesele İD’nin yok edilmesi olacaktır. Örgütün Suriye-Irak’ta kontrol ettiği alanda iyice kök salması bölgedeki devlet düzeni açısından kabul edilemez olduğu gibi, tüm ülkeler açısından bir iç güvenlik sorunu da yaratacaktır. Türkiye’nin bu mücadelenin yanlış tarafında durması, dış politikası açısından da içerideki dirliği açısından da kabul edilecek bir durum değildir

        Diğer Yazılar