Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SABAHIN erken bir saatinde müjdeyle uyanmaya pek alışık değiliz son zamanlarda. O nedenle 101 günlük rehineliğin sona ermesi, Musul Konsolosluğu çalışanlarının özgürlüklerine kavuşması son derece sevindirici bir gelişmeydi. Onlara geçmiş olsun, ailelerine ise gözünüz aydın deme zamanıdır. Bu sonuca varılmasını sağlayanları da tebrik etmek, onlara teşekkür etmek gerekir. Önümüzdeki günlerde resmi beyanların dışında bilgilere yerli ve yabancı basın ulaştıkça olayı daha etraflıca değerlendirme imkânı da olacaktır.

        En başta, artık mahkeme yasağının kalkması gerektiğini varsayarsak Musul Konsolosluğu’nun neden boşaltılmadığını, en azından sivil personelin gitmesine neden izin verilmediğini kamuoyuna birilerinin açıklaması gerekecek. Yalanlanmayan bir habere göre Musul valisinin uyarısına ve MİT’in bu yöndeki tavsiyesine rağmen dönemin Dışişleri Bakanı, Konsolosluğun boşaltılmasına gerek görmemişti. Sorumluluğu Başkonsolos’a atmak da açıkçası kamuoyunda pek itibar edilen bir tutum olmadı.

        Herhalde İslam Devleti (İD) gibi bir örgüt o gün iyiliği tuttu diye ya da yakın ilişkide bulunduğu aşiretlerin hatırını kırmamak adına elinde tuttuğu rehineleri vermemiştir. Sonuçta Türkiye’nin kendisine karşı ihtiyatlı davranmasına yol açan en önemli koz buydu. Murat Yetkin’in Ankara’daki yetkililerle konuştuktan sonra derlediği notlarda “Resmi kaynakların verdiği cevaba göre, Türkiye rehineler için herhangi bir fidye ödemedi, herhangi bir takasta bulunmadı. Bir yetkili ‘Türkiye ile çatışmak istemediler’ diyor” değerlendirmesi var.

        Bu durumda İslam Devleti ya Türkiye’den gelebilecek bir silahlı saldırıdan korktuğu için, ya yanlış bir iş yaptığına karar verdiği için, ya da Takva adlı internet sitesinde iddia edildiği gibi bu türden bir pazarlığa girişerek kendi varlığını tanıtmış olduğuna inandığından rehineleri serbest bırakmıştır. Türkiye’nin İslam Devleti üzerinde böylesine etkili olabilmesi bu örgütün önce zayıflatılıp ardından yok edilmesini hedefleyen, Başkan Obama’nın “gönüllüler koalisyonu” dediği çekingen ittifak açısından da dikkat edilecek bir durum ortaya çıkaracaktır.

        Rehinelerin geri getirilmesi işlemi gerçekleştiği sıralarda 400 kadar PKK’lının İslam Devleti’ne karşı bir ölüm kalım mücadelesi veren Kobane’ye Türkiye üzerinden geçtiğine dair bir haber de vardı. Eğer bu haber doğruysa İslam Devleti’ne kök söktüren yegâne güce yardım gelmesine izin verilmiş oluyor ki, bu durumda İD’nin Türkiye’den pek hoşnut olmaması gerekirdi. Türkiye bugüne dek Rojava’da PKK ile bağlantılı özerk bir Kürt yönetim alanı kurulmasına sıcak bakmadığından en azından dolaylı olarak İslam Devleti’ne yardımcı olmuş sayılıyordu. Bu durumda siyasetin değiştiğine mi hükmetmek gerekir?

        Bunların ötesinde rehinelerin iadesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş MIlletler Genel Kurulu toplantıları için New York’a gitmesinin arifesinde gerçekleşti. Cumhurbaşkanı New York ziyaretinde pek çok önde gelen devlet adamıyla ve en önemlisi müttefik ülkelerin yetkilileriyle görüşme fırsatı bulacak. Türkiye İslam Devleti’ne karşı oluşturulan koalisyonda daha etkili bir rol alması için herhalde epeyce taleple hatta baskıyla karşılaşacaktır.

        Artık bir rehine krizi olmaması nedeniyle Türkiye bundan sonra nasıl bir politika izleyeceğini ve neleri ne sebeple yapmak istemediğini de müttefikleriyle paylaşacaktır. Bu görüşmelerin ardından Türkiye’nin özellikle Irak’ta İslam Devleti’nin gücünün kırılmasını hedefleyen operasyonlarda ne rol oynayacağı daha net şekilde anlaşılacaktır. Rehine krizinin aşılmasının ardından Türkiye stratejik Batılılığı hakkında önemli bir karar kavşağına gelmiş gibidir.

        Diğer Yazılar