Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tam bir yıl önce, 4 Aralık, saat 10.

        Mahkeme dosyasına şöyle girdi:

        “Sahil Güvenlik iskelesinde, deniz dibinden cansız bedeni çıkarıldı. Kanında alkol bulunmadı.”

        Askeri Savcı’ya göre, “3 Aralık 2013 günü, saat 16.00-19.55 arasındaki bir anda denize düşerek…” vuku bulmuştu olay.

        ***

        12 yılda sadece erlerden, 1036 genç “kışlada” intihar etti.

        12 yılda sadece erlerden, en az 1000 genç “kışlada zayiat” olarak evlerine cansız gönderildi.

        Bir çoğu, “kaza” denen biçimde, bir başka askerin silahıyla vurulmuştu.

        Tabii ki daha önce de oluyordu ama bunlar 12 yıllık bir dönemin dökümü işte.

        “Barış canımız”, lakin bir de öyle gizli bir savaş var!

        Var ki, 12 yılda böyle 2 binden fazla asker, onlara profesyonel askerleri de katarsanız, daha da çoğu, can verdi.

        Kimi “vazife şehidi” sayıldı; kimi bir şey sayılmadı bile.

        Belki hepsinin değil ama bir kısmının annesi, babası, kardeşleri bir araya geldi; özellikle “şüpheli ölümler” için.

        Kiminin sorusu asla bitmedi; “oğlum nasıl öldü, öldürüldü” diye sesini duyurmaya çalışıyor; bir başkasının acısıyla kendi acısını yoldaş yapıyor.

        Birbirini tanımayan “ölü askerler”in birbirine el veren aileleri ortaya çıkıyor.

        ***

        Mersin, Gülnar, Üçoluk Köyü’nden, 20-21 yaşında “cansız bedeni” Sarıyer Büyükdere’de denizden çıkarılan “Deniz er” Alparslan Taşçı’nın ailesi de mahkemede hakikati arıyor.

        Askeri Savcı, onlara “hakikat” olarak, oğullarının astsubayının “hata, ihmal ve bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme suçu”nu sundu.

        Astsubay onu, “Kötü hava ve deniz şartlarında, Sahil Güvenlik İskelesi’nde yalnız, ilgisiz, kontrolsüz ve emniyetsiz bir şekilde bırakmış”tı.

        ***

        Fakat dosyaya da giren bir husus, bir muamma şu oldu:

        “Dosyada mevcut tanık beyanları, evsaf kartı ve müteveffaya ait şahsi dosya incelenmesi neticesinde, yüzme bilmediği anlaşılmıştır.”

        Sanık astsubay, “Görev öncesi yüzme öğrenmesi için herhangi bir eğitim vermemek”le de suçlanıyor.

        Ancak sorun şu:

        “Deniz motor er” olarak sevk edilmiş bir asker, “denizde bot” dahil, nasıl “deniz üzerinde” görevlendiriliyor?

        Denizci askerlerin “yüzme bilmesi”ne dair zorunluluk ne? Bu nasıl bir kontrolle saptanıyor?

        Misal, Deniz Kuvvetleri’nin “Uzman erbaş ve sözleşmeli er alımı” duyurularında, Deniz Piyadesi-Güvenlik” ile erlerde “Köpek eğiticisi, kara birliklerinde istihkamcı ve şoför” sınıfı dışında, “yüzme testi” mevcut, kağıt üzerinde.

        Yani “yüzme bilmek şart”!

        O kadar ki, “Yüzmede başarısız olan”a ikinci bir hak bile verilmiyor.

        “Aşçılık, ikmalcilik” için de şart… Er Taşçı’nın “Motorcu” sınıfı içinde öyle!

        Ama Savcı da belirliyor ki, “Yüzme bilmediği anlaşılmıştır!”

        Ne zaman?

        “Deniz dibinden cansız bedeni çıkarılınca!”

        Ve bütün bunların sorumlusu olarak tek kişi, “Sanık Astsubay, bilinçli taksirle ölüme sebebiyet”ten yargılanıyor.

        Yoksa 12 yılda intiharla “cansız beden” olmuş 1036 er-erbaş, kışlada cansız bedeniyle “zayiat” sayılmış 1000 kadar asker bir sistemin, bir zincirin, sıvasız hane çocuklarını sayısız bulmuş bir zihniyetin sonucu değil!

        ***

        Her asker gibi, Alparslan Taşçı da, 20’sinde, ölmeden 2.5 ay önce çok sayıda maddeye imza atmıştı; “arkadaşlarını ihbar” maddesi olan sonuncu 109’uncudan bir önceki şuydu:

        Kendimi askerliğe yaramayacak hale getirmenin suç olduğunu hiç unutmayacağım.

        Sözünü tutamadı Komtanım!

        Düşünce özgür olabilir ama sen değilsin!

        “Sivil toplum örgütü” olan Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Başkanı Ahmet Keser, “yaptığı konuşmalar ve Genelkurmay’a eleştirilerinden dolayı”, orduevi gibi askeri tesislere girmekten men edilmişti.

        Başsavcılık, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki ifade özgürlüğü kapsamında… Anayasa’nın 2. Maddesi uyarınca çoğulculuk ve açık fikirliliğin tezahürü olduğunu… TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin ilgili maddelerinin İnsan Hakları Sözleşmesi karşısında uygulama kabiliyeti bulunmadığını… Orduevi ve sosyal tesislerden yasaklanmasının hukuka aykırı olduğunu… Bu işlemin iptal edilmesi gerektiğini” bildirdi.

        Keser de “sivilleşme şampiyonu iktidarın sivil” Milli Savunma Bakanlığı’na dava açtı. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, yasağın haklı ve yerinde olduğuna hükmetti; “Yasaklı”nın Bakanlığın 3 bin TL avukatlık masrafını üstlenmesine de.

        Eski asker, Avukat Erkan Akkuş’a da, Kıbrıs’ta komutan tarafından darp edilen bir astsubayı savunurken, “ceza” olarak askeri tesis yasağı getirildi!

        Öyle ya, “askeri tesisler”i Milli Savunma Bakanı ile Genelkurmay kendi ceplerinden yaptırıyordu! Saraylar gibi!

        Yasak, ceza, emir, hiyerarşi ve “alttaki olmak”, emeklilikte dahi ensendeydi.

        Sivilleşme ne, Avrupa İnsan Hakları ne ki tertip!

        Diğer Yazılar