Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Daha geçen mart ayı.

        Seçimden önce.

        “Başbakan” Erdoğan, TV’deki soru-cevap değil, cevap-soru programında, karşısındaki “tayinle gelmiş” gazetecilere diyor ki:

        “Dedik ki, yüzde 10 barajını kaldıralım, yüzde 5 getirelim. Olmaz, dediler. Peki barajı tamamen kaldıralım. Buna da olmaz, dediler. Bu yüzde 10 barajını getiren biz değiliz. Bizden önceki iktidar. Biz bu yüzde 10 barajıyla geldik, iktidar olduk.”

        ***

        İşte şimdi “AKP’nin dediği” o büyük demokratikleşme fırsatı geldi:

        Anayasa Mahkemesi yüzde 10 barajın demokratik, adil olup olmadığını inceleyip bir karar verecek belki!

        Bugünün başbakanı da aynı şeyleri söyleyebilir:

        Yüzde 10 barajını kaldıralım, yüzde 5 yapalım… Peki barajı tamamen kaldıralım!

        Belki artık “Olmaz” diyen çıkmaz.

        Tabii CHP de “içten içe” barajcıysa; “yüzde 20’den de olmayalım” diye hesapçıysa, o ayrı.

        Fakat AKP’nin bu konuda çifte standartlı olduğunu bizzat eski başbakan zaten aynı konuşmada şöyle ifade ediyor:

        “Kusura bakma, biz de herhalde intihar komandosu değiliz sizin için. Bunlar kendileri için bizim intihar etmemizi istiyorlar.”

        ***

        Hem “Peki barajı tamamen kaldıralım” diyen bir ses var…

        Hem de hemen “Kusura, bakma biz de intihar edemeyiz” diyen nefes.

        Bağımsız Başbakan Davutoğlu belki daha farklı düşünüyordur!

        ***

        Düşündüm, neden böyle iki ses var, diye.

        Birincisi, yani barajı kaldıralım sesi, ta Erbakan devrinden kalma bir ses olabilir. Öyle ya, 12 Eylül askeri darbesi en çok MNP-MSP çizgisi de Meclis’e giremesin diye yüzde 10 barajı dikmişti.

        İkincisi, yani kaldırıp da intihar mı edelim ise bu devirden. Çünkü hakikaten AKP sadece yüzde 10 barajı geçip Meclis’e girmişti.

        Ve o günden beri, o baraja takılan oyları da kendi hanesine, kendi sandalye sayısına, kendi gücüne kuvvetine yazıyor!

        ***

        Yani 12 Eylül’ün özellikle MSP gibi partilere Meclis’i kapatmak için kurduğu sistemi, köklerinde o dışlamaya maruz kalmış olanlar, başkalarını dışlamak için mülk edinmiş şimdi!

        Aynen YÖK, RTÜK vesaire gibi; aynen 12 Eylül Anayasası’nın Evren’e örtülü başkanlık yetkileri veren fırsatının kullanılmak istenmesi gibi.

        Aynen 12 Eylül’ün polis devleti, militer düzenlemeleri gibi.

        O vakit demokrat olmak hakikaten kolay:

        Mağdursan, çığlık atacaksın…

        Mağrursan, herkese bağıracaksın!

        ***

        Yıllar boyu istikrar ile kopkoyu iktidar arasındaki mesafenin çok kısa olduğu aşikâr!

        O yüzden, Türkiye’nin çeşitlilikleri içinde, en doğrusu, önceki Başbakan’ın hiç olmazsa bir sözünü hepimizin benimsemesi:

        Peki barajı tamamen kaldıralım!

        Evet, evet… peki, peki… tamamen kaldıralım!

        Böylece kimse istemediğine oy vermez… Kimse kendisine verilmemiş oyu cebe atmaz!

        Böylece milletin yüzde 90 oyla kutsadığı 12 Eylül darbesine de, baraj üzerinden falsolu 90’dan takmış oluruz, ey demokratlar!

        Heyet ile hayalet!

        Başta Cumhurbaşkanı, bir yandan durmadan “terör” üzerine söylev veriliyor…

        Bir yandan da Öcalan, “Devlet heyetiyle iki gün önce görüşme olduğunu” bildiriyor.

        Devletin ne görüştüğünü, devletten kimin görüştüğü bilmiyoruz…

        Ama somut şahıslardan müteşekkil “İmralı Heyeti” bu konuda şeffaflığa daha yakın; hiç olmazsa toplumu bilgilendiriyor!

        Heyet baştan aşağı hitabet…

        Devlet tepeden tırnağa hayalet!

        Hem başkalarını “süreci sabote etmek istemek”le suçlayıp hem de “bunlar terörist” deyip duran, hem müttefiki ABD’nin Işid’i bombalamasına selam durup hem de Işid’i pişt piştleyerek Kobani’nin düşmesini bekleyip duran devletin ve sahibi iktidarın “süreç”ten ne anlayıp anlamadığı belli değil.

        Ama “Heyet” madde madde önümüze koyuyor.

        Devletin de, Heyet’in de “iki tek adam”a biat-itaati elbette demokrasi açısından çok güven verici ama…

        Meselenin özü şu:

        Devlet de heyet de bu ülkeye “sahici barış” borçlu.

        Barışa umudunu bağlamış Kürt analara da…

        Savaşa oğullarını kurban etmek istemeyen öteki sıvasız hanelerin Türk analarına da.

        Bir umudun insanları rehin aldığı bir ülkede…

        O umudu istismar etmenin günahı, vebali büyük olur.

        Barış, haysiyetli ve adaletli bir şeydir…

        Haysiyet ve adaletten yoksun her türlü oyun da ihanet olur!

        Diğer Yazılar