Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Barış, ama adil, hakkaniyetli, haysiyetli bir barış şundan da gerekli.

        Yani bunlar bir daha olmasın, olacak bir zemini bulamasın diye de.

        Anlatayım olayı:

        Dargeçit Lisesi. 1995 Cumhuriyet Bayramı öncesi.

        İki öğretmen kaçırılmış. Cesetleri bulunmuş.

        Daha yeni tayin olmuş öğretmen H. N., arkadaşlarının başına gelenle zaten çökmüş.

        Güvenlik için birkaç gün taburda kalıyorlar.

        Taburda duyuyor ve görüyor ki, 29 Ekim gecesi de “bazı öğrenciler”i gözaltına alınmış.

        Öğretmen arkadaşlarıyla Yüzbaşı’nın yanına gidiyorlar; çocukların durumunu konuşmak için.

        Yüzbaşı diyor ki, “Onlar öğrenci değil terörist. Onlarla ilgili bana gelmeyin. Zaten yapabileceğim bir şey yok. Jitem geldi, onları sorguluyor.”

        13, 14 yaşında da var; 16 yaşında da.

        Daha büyükler ve öğrenci olmayan da.

        Hatta bir de 9-10 yaşında çocuk.

        ***

        İşte burada sık sık yazdığım çocuklar, gençler.

        Hazni ve Seyhan Doğan. Davut Altınkaynak, Nedim Akyön, Mehmet Emin Aslan, Abdurrahman Olcay, Abdurrahman Coşkun. Bir de “Atatürk’ün öldüğü yıl” doğmuş bir büyükleri, 57 yaşındaki Süleyman Seyhan.

        Oradan bir 9 yaşındaki Hazni çıkıyor.

        Bugün 30’una varıp ağabeyi Seyhan ve ötekilerin başına gelenler için tanıklık yapmak üzere adeta.

        Ona çocukken işkence yapmış, ağabeyini yutmuş bir tarihe tanıklık yapmak üzere.

        Diğerleri çıkamıyor.

        Şu anda dava dosyasında şöyle yazıyor:

        “Süleyman Seyhan, Seyhan Doğan ve Mehmet Emin Aslan’aait cesetler Dargeçit ilçesinde, Abdurrahman Coşkun’a ait ceset Kızıltepe ilçesinde bulunmuştur.”

        “Ceset” diyor ama şöyle:

        Süleyman Seyhan’ın hakikaten cesedi bulunuyor.

        Yakılmış. Başı kesik.

        Diğerlerinde “bulunan ceset” yıllar yıllar sonra, kemikler.

        Şöyle diyeyim:

        Afyon cephaneliğinde paramparça edilen askerlerin cesedi denen, nasıl 6 kilometreye yayılmış dokuları, kokuları, DNA’ları ise…

        Dargeçit Jandarma Karokolu’nda paramparça edilenlerin cesedi de asit kuyusundan, dere yatağından çıkan “kemikler”, DNA’lar, Adli Tıp Raporları iliştirilmiş poşetler!

        ***

        Orada o gün sadece çocuklar başta, 7 köylü yok.

        Bir de asker var; esasen o karakolda görevli Uzman Çavuş Bilal Batırır.

        O “bayram”dan sonra, o da 8 Mart’tan itibaren kayboluyor.

        Eşi Hatice şöyle ifade veriyor:

        “Eşim, benim yazımı tanırlar, diyerek bana imzasız ihbar dilekçesi yazdırdı.

        Tam hatırlamıyorum ama muhtemelen Jandarma Genel Komutanlığı’na.

        İçinde, komutanların erlere devletin verdiği iç çamaşırları parayla sattığı, silah ticareti yaptığı ve bazı kişileri yargısız olarak öldürmek suretiyle boş kuyulara attıklarını…

        Bir kısım şahısların alınıp gözaltında kaybolduğunu, 16 yaşlarında 6 çobanın komutanların emriyle öldürülüp Bağözü Köyü’ndeki boş çukurlara atıldığını, bir astsubay ve bir uzman çavuşla iki korucunun da birlikte hareket ettiğini, komutanın kendilerine adam temizlettiğini, bundan rahatsız olduğunu, öldürme eylemini kendisi yapmadığı için komutan ile bir başkasının yaptığını…

        Bana daha sonra eşimin firar ettiği söylendi.

        Daha sonra beni arayan bir asker, ‘Abla senin eşin komutanların emriyle öldürüldü. Çok kişi öldürülüp kuyulara atıldı. Bölüğün kalorifer kazanında en az 60 kişi yakıldı. Eşinin durumunu en iyi itirafçı H. bilir.”

        İddiaya göre, “vicdanı huzursuz” Uzman Çavuş Batırır da kazanda yakılmıştı!

        ***

        Tekrar edeyim:

        Komutanlardan en üstteki sonradan CHP’den seçilmiş belediye başkanıydı…

        Yüzbaşı da sonradan DP’den seçilmiş belediye başkanı olmuştu.

        Yüzbaşı’yı son yerel seçimden önce, AKP transfer etmişti!

        (Elbette dava daha yeni başlıyor. Hakikat daha belirsiz! Suçlananlar ise, hala masum!)

        ***

        Bu olayın (ve 10 bini dağım bir yanında, 30 bini öteki yanında sayılan, toplam 40 bin kadar kaybın) bir özeti bu vakada:

        Kaçırılıp öldürülen öğretmenlerden işkenceyle öldürülüp kuyulara, kazanlara atılan öğrencilere, çobanlara, kemikten bir memleket!

        O öğretmenleri hiç görmeden öğrencileri tam bilemezsin; o (çoban) öğrencileri bilmezden gelip öğretmenleri tam göremezsin Hocam!

        ***

        “Savaş böyleydi” diye barışın üzerine titreyeceğiz…

        Ve sonra bir anne kafası gaz kapsülüyle parçalanmış ölü evladının başını okşayacak…

        Bir anne, Uludere’de paramparça çocuklar arasındaki evladının ardından diyecek ki, “Oğlum gömüldükten 5 gün sonra eli bulundu. Elini 5 gün sonra gömdük.”

        Üzerine titrediğimiz barışın üzerinde de böyle titreyeceğiz!

        Bulunan kemiklerle, bulunan ellerle; kemiklerden cenazelerle, elleri cenazenin peşinden yetiştirerek titreleceğiz.

        ***

        Yıl 2014 de bitti işte…

        Hep çocuklarımızın üzerine titriyoruz…

        Ayaklarımızın altında hala titriyor çocuklar!

        Diğer Yazılar