Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan neden Paris’te ite kaka yürüdüğünün farkında mı?

        Yürümeyeydi, ama yürüdü!

        Eğer “birileri öldürüldü” diye yürüdüyse, buralarda öldürülen çok; buralarda yürüyeydi.

        Çığ altına itilen, asansörle boşluğa atılan, madenlere gömülen, senede artık 1800 tabuta konan işçilerin cenazesinde yürüyeydi…

        Sadece Cizre’de, sadece kısa bir sürede, 19 diye başlayıp yaşı 12’ye kadar indirilen “devlet kurşunu döktürülmüş çocuklar”ın cenazesinde yürüyeydi.

        Onar onar öldürülmüş kadınların cenazesinde yürüyeydi.

        Kışlalarda düşen askerlerin cenazesinde yürüyeydi.

        Yok, “basın ve düşünce özgürlüğü için” de yürümüş ise Paris’te, çünkü olay her dilde her lisanda, oradaki her insanda oydu; ya orada boşu boşuna yoruldu yahut burada boşuna koltuğa oturdu.

        ***

        Aynı ülkeden bahsediyoruz:

        Başbakanı Paris’te, “Ben Charlie’yim” diye bağırılan, “basın ve ifade özgürlüğü” diye çınlayan bir yürüyüşte kol kola giriyor…

        Sonra kendi ülkesinde “basın ve ifade özgürlüğü” karakola giriyor!

        İşçilerin öldürülmesini, kadınların öldürülmesini, asker ve polislerin peş peşe intihar etmesini önleyemeyen…

        Çocukların öldürülmesini önlemek bir yana, top oynayan 12 yaşında çocuğu bile yere seren devlet, gazete kuşatıyor.

        “İnsani yardım malzemesi” dediği TIR’larla ilgili belgeler ortaya çıkınca, her şeyi, her yeri sansürlemeye koşan “sır devleti”; gazete dağıtım kamyonlarını da durduruyor, tırtıklıyor, tartaklıyor.

        Öldürülmüş çocuğun cenazesindekileri gazlayan, hırpalayan devlet; gazete kuşatmasını, tehditleri olgunlukla karşılıyor.

        Messi’ye, Kobe’ye, Eurolegue’e imaj için milyarlar yağdıran devlet havayolu, ülkesinin gazetelerini uçaklarda yasaklıyor; sanki o gazeteyi veya yasaklı ötekileri okuyan, okumak isteyen yolcular bedava seyahat ediyormuş, sanki kamu malı uçaklar babalarının malıymış, sanki uçaklara binen yabancılar da yokmuş gibi!

        Zaten topunu patlattıkları futbolda takımları 14 yabancıya açan Federasyon Başkanı’nın gazetesi, “yabancı dergi ile dayanışma” gösteren yazarının yazısını sansürlüyor.

        “Terörün her türlüsüne karşıyız” diyen dillerin altındaki baklanın içinden kaleşler, daeşler, kaideler fışkırıyor.

        Murdoch’un buradaki TV’sine saldıranlar, o enternasyonal medya ağasıyla “Reis”in ne kadar yakınlık kurduğunu aklına bile getirmiyor.

        Murdoch’un “İsrail yanlılığı”nı şimdi mesele edenler; İsrail komandolarını yetiştirip besleyen bir İsrail şirketine neden avanta TÜPRAŞ hisseleri, elden teslim Kuşadası Limanı sunulduğunu; teslimatlar yargıda, Danıştay’da hukuksuz bulunduğu halde, geri alınmasın diye Meclis’te AKP’li parmaklara nasıl kanun onaylatıldığını; büyük bir yüzsüzlükle, o kollamanın nasıl da Somalı madenciler için çıkarılmış kanuna eklendiğini, 301 işçinin kefenine nasıl bir torbayla teyellendiğini sorgulayamıyor.

        Çünkü “tahakküm”e değil, “haber”e karşılar!

        Koşulsuz itaate değil, koşumsuz hakikate karşılar!

        Çünkü memleket sathındaki riyakârlık, arsızlık çürümüşlükler sorun değil; sorun olan yazı, çizi, eleştiri, farklı görüş!

        ***

        Yukarıdakilerin hiçbirine katılmıyor olabilirsiniz.

        O vakit şu büyük devlet adamı kelamlarını da sineye çekin; çoluk çocuğunuza izah edin:

        12 yaşında öldürülen çocuk için, bakan açıklaması, “Polisimiz hiçbir şey kullanmamış, bir şekilde bu çocuğumuz vefat etmiştir” olabiliyor demokrasinizde.

        Velev ki o çocukları zaten sevmiyorsunuz; o yaşta bile ölüme müstahak sayabiliyorsunuz…

        O vakit buradan buyurunuz:

        301 madenciyi devlet denetiminde arsızlık, ihtiras, rant histerisine gömmüş holdinge ödül gibi termik santral ihalesi veriliyor.

        Ve felaketten önce de o “menfaat peşinde kontrolsüz, çılgın, katliama hazır” madeni övmüş bakan yeni ihaleyi savunmak için de hepimize diyor ki:

        “Ülke menfaati üzüntümüzden önemli!”

        Öyle ya…

        430 yetim de tam böyle düşünüyor!

        ***

        O yüzden insanın gözünden kaçmıyor tabii.

        Siz de dikkatlice bakın:

        “16 Türk devleti”nin yüzlerinin ne kadar asık, ne kadar endişeli olduklarını müşahede edeceksiniz siz de.

        Yoksa hazır böyle canlanmışken biraz gülümserlerdi gülüm!

        Hak derken, hacklendim ama haklanmadım!

        Bu devirde internette gezinen her faninin başına gelebilecek bir şey.

        “Başkalarının hayatı”na merakın zirvede olduğu sosyal medyada benim Twitter hesabım da “hack”lendi!

        Öncelikle, benim hesabım ve adım kullanılarak zarar verilmiş, rahatsız edilmiş kim varsa, hepsinden özür dilerim. Herhalde “hackçi” de özür diler!

        Sanırım bu günlerde manalar, kafiyeler birbirine karışıyor ya da daha doğrusu bir işbölümü de oluyor:

        Hak aramak…

        Haklanmak…

        Aklanmak…

        “Hack”lanmak!

        Çocukların, kadınların, “kışlada intihar” kurbanlarının, yılda 1800 kadar işçinin, “hak” arayanların, zaten haksızlığa uğrayanların haklandığı dünyada ve ülkede, devletleri bilemem ama, “hack” bir insanın başına gelebilecek en kötü şey değil elbette.

        Yeter ki başkasına da zarar verilmesine sebep olmayayım.

        Bakalım ne olacak?

        Çünkü oyunlar pek Hakkı’yla Şeref’iyle oynanmıyor baba!

        Derken… Habertürk Bilgi İşlem’in yeteneği, Twitter’ın desteğiyle Efhack ve Boğdan’ı geri aldık!

        Bi daha yapmayın Hackan!

        Diğer Yazılar