Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kavramları kabaca ifadesiyle, otoriter bir sistemin iki çeşit tutsağı olur:

        Biri “karşıtları”, tabiri caizse “esir almak” istedikleri.

        Direnirler, direnemezler, esir düşer, düşmezler… o ayrı.

        Diğerleri, elbette öncelikle gönüllü “rehin aldıkları”.

        “Kendisinden, kendinden” sayılanlar.

        Otoriteyi, otoriteri destekleyenler; desteklemiş, kenarından köşesinden katılmış, paylaşmış olanlar.

        ***

        Sistem bir zaman sonra asıl gücünü artık “rehin tuttuklarında” bulur.

        Onu konsolide etmekle, tahkim etmekle, diri tutmakla uğraşır.

        Başkalarını da ikna ederek yola çıkmış, büyümüş, yerleşmişken artık başkalarını değil, esas kendinden olanları, eldekileri sürekli ikna edip diri tutmaya abanır.

        Devamlı “rehineler”e hitap edip ötekileri kötüler.

        Sürekli olarak komplolar,tehditler, hainlerden bahsedilir.

        Her hitap esasında rehinenin rehineliğini şiddetlendirir.

        Rehinenin korku, öfke, nefret, endişe, ya daha kötü olursa diye tedirginlikleri, tabii sık sık da coşkusu, sadece otoriteye bağını yoğunlaştırmaz, bağımlılığını da koyulaştırır.

        “Otoriter sistem”in karşısında görünenleri, ötekileri ikna gibi derdi olmaz artık.

        Tüm ısrarı, yatırımı, hitabı, çabası; ama gönüllü ama mecburi, “rehinelerin rehineliğini sürdürmek” içindir.

        ***

        O yüzden giderek “en tehlikeli” addedilenler, açık ve seçik biçimde karşıdakiler değil, bizatihi “sistem çarkları” içinde, sessiz, sinsi veya açık itirazı olanlar, itirazı muhtemel olanlar, buyruklara tam kuyruk olmasından kuşkulanılanlardır.

        Onların tasfiyesi, etkisizleştirilmesi, “kitleler”le bağının koparılması, siyasi, idari, örgütsel alanlarının kazınması gerekir.

        “İşleri görecek”, sistemin otoriter işleyişinde “arıza” çıkmasını engelleyecek, biat-itaat silsilesinde yerini ve gücünü “başta halk olmak üzere, örgütten, partiden bile değil”, bizzat otoriteden alacak, onun sayesinde orada bulunabilecek, ondan başkasına bağlılığı olmayacak, hesap vermeyecek “kadrolar”a ihtiyaç olur.

        Ama yakın çevredir…

        Ama eski arkadaştır…

        Ama devşirmedir!

        “Seçilmiş” gibi olduğu durumlarda bile esasen “atanmış, otorite tarafından seçilmiş”; o olmazsa olmayacak, o istemezse yok olacak şahsiyetlerdir.

        Güçlerini tabandan değil, otoritenin gücünden alırlar..

        Her halükarda, kendi mikro otorite imkan ve fırsatını “lider, önder, reis, şef” sayesinde bulabilmişlerdir.

        Esasen “rehinelerin en hası”dır.

        Ama o kendini sadece “en has” zanneder!

        ***

        Herhangi bir ülkede, demokratik itirazların muhatap alması gereken, anlaması gereken ilk kitle de, gönüllü ( veya mecburi) rehinelik sistemi içindeki “kitleler”dir.

        (Elbette “kendi iradeleri” ile orada bulunurlar…

        Elbet bu irade de “özgür” sayılır…

        Ancak, “özgür bir irade”nin özgürlüğünün esas anlamı, onun özgürlükten mi otoriteden yana mı bir “özgür irade” olduğunda ortaya çıkar!

        Faşizmleri, darbeleri, cuntaları “gönülden” destekleyenlerin iradesinin de özgür olduğu ama o özgür iradenin özgürlükten yana olmaması gibi!)

        Demokratik, “şiddet dışı”, hukuki, ahlaki, insani bir mücadelenin temel şartı başkalarını ikna ise…

        Anlayarak, anlatarak “ikna edilmesi gerekenler” zaten senin dediklerine ikna olmuş olanlar değil, her zaman ötekilerdir.

        Otoriter sistemin temel özelliği, ikna ettiklerini rehin almak, rehin aldıklarını sürekli ikna ederek gücünü beslemek ise…

        Demokratik mücadelenin temel özelliği, “karşıda, öte yanda, başka tarafta” duranları da ikna edebilme çabasıdır!

        ***

        Türlü çeşitli muhalefetler, zaten katmerleşmiş iktidarın yahut otoritei gibi, sadece kendi “siyasi, idelojik” tarlalarına tohum ekerek, bazen minicik bahçelerini sulayarak, pencere önü saksılarıyla mutlu-mesut kalarak, zaten kendilerinin, kendilerinden, kendileri gibi olanları ikna etmeye dönük lisan, üslup, hitap, hayal ve idealle yetinerek anca kendileri konuşup kendileri dinler.

        ***

        Öte yanda, giderek otoriter bir sistemin gönüllü-mecburi “rehineler”i haline gelmiş, ancak zamanında gücünü, hayalini, idealini tabanda, mücadelelerle, zorluklarla savaşarak bulmuş kişilere düşen de “N’oluyoruz ya” demektir!

        Hakikaten “N’oluyoruz ya!”

        “En has kadrolar neden kadim mücadele yoldaşlarından ziyade; biat-itaat çarkının yetiştirme ve devşirmelerinden, neden bir nevi bürokrat politbüro elemanlarından oluşuyor? Nedensistem, siyasi-ahlaki-vicdani-insani meşruiyetten ziyade, ille de otoritenin siyasi-idari-finansal sınırsız, sorgusuz meşruiyetini sağlamak, tahkim etmek için yeniden yeniden imal ve inşa ediliyor… N’oluyoruz hakikaten?”

        ***

        İşte öyle.

        Hayatta esir düşmek elbette kötüdür…

        Ama gönüllü rehinelik sanki çok daha berbat Amrabat!

        Not: Söylemeye gerek yok ama yazıdaki “rehine, esir” gibi deyişler sadece siyasi-mecazidir. Teşbihte hata olur mu, olmaz mı bilemem!

        Diğer Yazılar