Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tarihi” bir gündü; Obama’nın da dediği gibi.

        Fakat “tarihin tersine yürüyüş” de mümkün.

        ***

        Bir hakkı teslim etmeden olmaz:

        İran’ın en yalnız, en tecrit zamanlarında, Türkiye, Ankara, AKP iktidarı “dostluk” içinde oldu.

        İkinci evimiz”in diplomatik manası oydu.

        Diğer manası ise maalesef Rezalar, külçeler filan!

        ***

        İşte o günlere “önde yürüyüş” bile denebilir.

        Hele bugün bu kadar geriye, arkaya, dışarı düşüldüğünü görünce.

        Menfaat de elbette; ama dostluk, komşuluk da!

        ABD’nin, İsrail’in, S. Arabistan’ın tepkilerine rağmen.

        İran’ın “nükleer suçlu” ilan edilmesine pek kulak asmadan.

        ***

        Bugün ise tam tersine.

        ABD, Rusya, Çin, Fransa, Almanya, İngiltere (ve AB) İran’la masaya oturup İsrail ve S. Arabistan’ın tepkilerine rağmen “nükleer mutabakat” sağlıyor…

        Ambargonun kalkacağı İran sokaklarında “barış ve bayram havası” esiyor…

        Sen orada yoksun! Sokaktaki halkın aklında ve kalbinde de artık yoksun!

        Masada filan zaten yoksun da artık o iyi komşu olarak da yoksun!

        Yerin S. Arabistan ve İsrail’in yanı başı olmuş fiilen; onca zaman çok farklı duruşun mazi olmuş.

        Bırak yerini, tek kelimen olmuyor; Doğu Avrupa’da turlarken, Batı’nın ve Doğu’nun büyük mutabakatına dair tek kelimen olmuyor!

        Dışişleri Bakanı iki kelime ediyor ama duyan yok!

        Maalesef artık umursayan da yok.

        ***

        Stratejik çukur” böyle bir şey.

        2003’de tezkerenin reddiyle Batı’da ve Doğu’da halklar nezdinde itibardan İran politikasına, Avrupa Parlamentosu’nda özellikle solun, sosyalist, Yeşiller’in kaldırdığı “Türkiye’ye Evet” pankartlarından Şii İran ve Sünni Arap halklarına kadar, Filistin’den Mısır meydanlarına yarattığın tüm hava kendi elinle patlattığın balon olmuş.

        O delikanlılık, yiğitlik, mertlik, ağabeylik karizmasından eser kalmamış…

        Libya’dan Tunus’a…

        Kahire’den Şam’a…

        Bağdat’tan Tahran’a…

        Sevgi, saygı, itibar kalmamış!

        Çünkü halklar delikanlı sever; ama sarayları çok sevmez!

        Çünkü halklar isyan sever ama birbirine kırdırılmaya saygı duymayabilir.

        Çünkü halklar efeleneni sever; ama bir gün öyle bir gün böyle olunmasından hoşlanmayabilir.

        Çünkü halklar baharı sevebilir ama despot saraylarına yapışanlara başka gözle bakar.

        Çünkü halklar sıvasız hanelerine umut veren “one minüt”lere saygı duyabilir ama artık otoriterlik, servet, sıfırlama ile anılanlardan soğuyabilir!

        ***

        Tabii Batı’nın da hep şöyle bir ikiyüzlülüğü var.

        Obama (İsrail, S. Arabistan ve ABD sağı, cumhuriyetçilere rağmen) İran’la vardığı mutabakatı bile, “İran artık asla nükleer silah yapamayacak… Her şey Atom Enerjisi Ajansı denetiminde olacak… Biz hep İsrail’in yanındayız” diye ilan etmek zorunda.

        Oysa İran zaten büyük ölçüde o denetimin içindeydi… İsrail her zerresine kadar dışında.

        İran zaten atom bombası geliştirmemiş, sadece zanlıydı… İsrail ise bizzat Batı’nın desteğiyle atom bombalarına sahip!

        Ankara’ya gelince…

        Muhtemelen ne diyeceğini bilemiyor.

        Başbakan bir şey dese “Reis” ne diyecek…

        Reis”in dediğine Suudi Sarayı ne diyecek?

        Suudi Kral’ın “Sünni blok” gazıyla İran için edilen onca Yemen lafı nasıl nereye konacak?

        Tahran’a gidilebilecek mi gidilmeyecek mi?

        Bir de, ona buna “atom bombası” lafı edecek olsan…

        İncirlik’te komşularına, bölgeye, halklara, elbet İslam dünyasına karşı kullanılmak üzere istiflenmiş 90 kadar atom bombasını n’edeceksin!

        Onlar öyle atıp tutmakla, fısır fısır konuşmakla, montaj-dublajla sıfırlanmıyor ki!

        Darbe desen; hakikaten bu ülkenin tarihine de talihine de birer darbe işte!

        SANKİ KENDİLERİ ÇÖREKLENDİ!

        Başbakan’dan sonra Cumhurbaşkanı da “Adliye’de özel güvenlik olmaz… Zaten özel güvenlik işi çığırından çıktı” dedi.

        Öyle ya, bırak sağı solu, devasa Adliye’ye özel güvenlik şirketi kendi başına oturmuştu!

        Özel güvenlikçilerden bir ordu yaratılması sanki kendiliğinden olmuştu.

        Sanki İş Bulma Kurumu bile işsizlere özel güvenlik eğitimi vermemişti.

        Bakın Adliye’yi “koruyan” şirketin referansları iktidarın Havuz Medyası Amirali’nden büyük belediyelerine, kamu kurumlarına kadar yığınla.

        Belli ki bu işleri alırken özellikle tercih edilmiş!

        Yine Adliye güvenliğiyle epey ilgili bir başka şirket de bakın ne vaatte bulunmuş:

        Adliye güvenliği Adalet sarayının kapısının eşiğinde son bulmaz. Bilakis yeni başlar. Duruşma salonları, kalemler, Savcılık büroları, hakim savcı odaları, basın odaları, baro odalarında sürer.”

        Öyle hakikaten.

        Görüntülere göre “Kapı eşiğinde son bulmamış. Bilakis yeni başlamış. Savcı odasında da sürmüş!”

        İç Güvenlik Devleti”nin içli dışlı özel güvenlik taşeronları sanki bu işleri kendi kendilerine aldılar!

        Diğer Yazılar