Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önceki, “iki askerin daha intiharı” ile “hayatını vermiş kanser hastası asker”e yapılanları aktardığım yazıyı, “Bir düzeni anlamak istiyorsan, ‘kahraman’ dediklerine bile ne ettiğine bakacaksın. Gerisini sen tahmin edersin” diye bitirmiştim.

        Sadece bir düzenin bugününü değil.

        Elbet en iyi yol değildir ama, tarihe özel ilgimiz yoksa, hatta ezberler yetip de artmışsa, tarihi “tahmin edebilmek” için de bir yoldur.

        Sadece bu topraklarda değil.

        Her köşede!

        Devrimciler”i de yok etmiş devrimlerde de, önce aralarındaki “öteki faşistler”i temizlemiş faşizmlerde de.

        Savaşlarda ölümüne gaz verdiği yoksul insanları barışta da sefalete, acıya, zulme gömmüş tüm sistemlerde de.

        Unutmayalım, burada da!

        ***

        Dün 23’dü, bugün 24 idi.

        Biri ülkenin yepyeni yolculuğunun tarihi başlangıcı…

        Diğeri bir önceki “devlet”in bitap yolculuğunun son saatleri!

        Birinin “aydınlığı” ile diğerinin “karanlığı” arasında sadece 7 sene var.

        24 o 23’den önce!

        23 Nisan, “mazlum milletlere örnek olmuş” bir “direniş”i, apayrı başkentte, bambaşka Meclis ile kendince taçlandırmış bir “mazlum halk isyanı” ise…

        24 Nisan, “zalim devletler” arasında, birbiriyle savaşlarında yer almış “Son imparatorluk”un, halklarından bir halkı katledişi!

        Zalimlik ile mazlumluk arasında sadece 7 yıl!

        Bugünkünden her şeye rağmen daha kozmopolit bir İstanbul’da öğrenmeye çalışan çocuk aklım, bölük pörçük bilgilerle mealen şöyle düşünürdü:

        23 ile gurur duyuyorsan, 24 ile nasıl gurur duyabilirsin?

        23 ile gurur duymak, 24’ten de utanmak değil midir zaten?

        ***

        Tarihçiler” uğraşıp dursun; kim ne ad vereceği üzerine konuşsun; Avrupa şöyle desin, Obama böyle, Putin öyle, bizimkiler bir ileri bir geri söylensin…

        Lakin “bir çocuk”un bile soracağı soru değil midir, “Madem Cumhuriyet’i de ilan edecek 23’ündeki Meclis, yeni başkentte, önceki başkenti, oradaki Meclis’i, oradaki Sultan’ı, o devleti ve büyük savaşın, büyük felaketlerin komuta ve idare heyeti İttihatçıları reddederek mümkün oldu… Onların suçlarını üstlenmek niye!”

        Elbette yeni bir devlet çatısıyla “millet bilinci” yaratılırken, “ataların şanı, milletin mağduriyetleri, mazlumlukları” birleştirici olur; “kabahatler, zalimlikler, kıyamlar, kırımlar” değil.

        O da olabilseydi insanlık tarihi bambaşka olurdu zaten.

        Tamam!

        Lakin bir “devrim” işte tam da buna teslim olmamaktır.

        Devirdiğinin, yerine geçtiğinin insanlık suçlarıyla yüzleşmektir; ille suçu üstlenmek değil, insanlık adına, halkın adına sorumluluk üstlenmek, tarihi karartmamak, hakları ve kimlikleri, bir de acıların hakkını teslim etmektir.

        Hem “devrim” olup geçmişin din-devlet düzeni, “bizi savaşa sokanlar”, emperyalizm, yedi düvel, sultanlar suçlanıyor, “laiklikten alfabeye devrimler” gerçekleşiyor, hem de “eski rejim”in büyük suçunu, üstelik henüz çok yeniyken, “bir millet oluşturmak adına” gizleyerek üstleniyorsa, işte ona pek devrim denemez.

        Yoksul halklar adına iki büyük sorunu, iki tarihi sorumluluğu taşır çünkü:

        Birincisi hakikati gizlemek; milleti salt etnisiteyle, ırkla ifade etmeye başlamış olanların mirasını kabul ederek, yoksul halkları birleştirirken esasen derinden ayırmak; geleceğin travmalarını yok etmek değil, gömmek!

        İkincisi de, düzen değiştirirken, katliam, kırım, kıyamla başkasının malını, mülkünü, sermayesini, işini, aşını da ele geçirmiş olanların, o eski-yeni burjuva-komprador-ağalık sınıfının katmerli suçunu da, hem de yoksullar adına üstlenmek!

        Esasen yoksulların “milliyetçilik, ulusalcılık, muhafazakârlık” eylerken gözden kaçırdığı en ciddi hususlardan biri; kendilerini kuşak kuşak kıyama ve her şeyin inkârına ortak ilan eden efendilerin sermayeyi, parayı, serveti ve toprakları kendi ceplerine atmasıdır!

        Tarihin sadece milli-etnik karartılması değil; “gaspların gizlenmesi için karartılması” da mevzubahistir.

        ***

        Elbet hep “Karşı tarafın yaptıkları, mezalimleri” diye bir şey de vardır tarihte; tarihte yoksa zihinde!

        O zaman “iyi insanlar”a sarılırsın.

        Türk komşularını kurtarmış Ermeniler ile Ermeni komşularını, çocuklarını kurtarmış, buna çaba harcamış Türklere.

        Komşu komşuyu katlederken, komşusunu kendinden bilenler.

        Azınlıkta kalsalar, tarihin seyrini değiştirememiş olsalar bile…

        O insanların “zalim tarih” içindeki insanlık tarihine sarılırsın.

        Onlara sarıldıkça, kalbin öyle atıp aklın öyle işledikçe, zaten suçu da daha iyi anlarsın!

        Çünkü onlar bu toprakların talihidir; onların da var olmuş olması kıyamı, acıları, kayıpları yok da etmez, inkâr da etmez ama insanlık suçlarına inat, insanlık onuru, insanlık vicdanı diye bir şeyin de var olduğunu…

        Bu toprakların esas zenginliğinin, en kıt zamanlarda bile o olduğunu ispat eder!

        Gurur duyulacak bir şey varsa odur.

        Tarihle yüzleşip esas ne ile gurur duyacağının farkında olursan…

        Dün-bugün inancından, mezhebinden, etnisitenden, milliyetinden, sınıfından, cinsiyetinden, statünden ötürü aşağılandığın, hırpalandığın, dışlandığın her şey karşısında hakikate, insan onuruna, insanca dayanışmaya,başkalarının acılarını da anlamaya, acıları kardeş yapmaya sarılmaktan başka yol olmadığını bilirsin.

        Efendilerin ama büyük ama küçük yalan ve zalimliklerinin, tarih boyu, senin gibi başkalarını da ezip geçtiğini, başkalarının da büyük acılara sürüklendiğini hiç değilse tahmin edebilirsin!

        Mazluma düşen, zalim olmamaktır, zalimlere ortak olmamaktır, zulümlerle gurur duymamaktır!

        Fiilen de fikren de!

        NOT: Rober Koptaş'ın "Yeni Fikir Sokağı"ndaki "Bir Ermeni olarak ne istiyorum?" başlıklı yazısını tavsiye ederdim; bana sorsaydınız! Türk-Ermeni veya başkası; çoğumuzdan farklı bir bakış ve üslup için.

        Diğer Yazılar