Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şunu anlıyoruz:

        Devletimiz, hükümetimiz, iktidarımız, velinimetimiz “cephane, mühimmat” mevzuunda aşırı titiz!

        Şuradan anlıyoruz:

        Birden “Kral çıplak” kalınca hemen örtmeye, örtüyü açanlara bağırıp çağırmaya, tehdide; casusluk, hainlik, teröristlikle suçlamaya başlıyor!

        Buradan daha da iyi anlıyoruz:

        Tırlayan cephane, mühimmat üstüne aşırı titiz olanlar, cephanelikte mühimmat patlamasıyla göğe fırlayan, paramparça 25 asker için nedense hiç titiz olamamış!

        AKP’li de olabilirsiniz ama buyurun siz de biraz daha iyi anlayın:

        Örtünün altındaki mühimmat çıplak kalınca çok öfkelenenler, bir cephaneliğe tıkılan 25 asker paramparça olduğunda nasıl da sakinler!

        ***

        Misal, artık “insani yardım”ın, “ilaçlar”ın istikameti her kimlerse, nasıl da özenle paketlenmiş, istiflenmiş, kafilelenmiş, kafiyelenmiş, enfiyelenmiş; nasıl dikkatli bir muayeneye ve muameleye tabi olmuş!

        (Zaten millete onca zaman “ilaç ve benzeri insani yardım” denen için hükümet şimdi “Türkmenlere silah” deyiverdi.)

        Makyaj azıcık akınca nasıl da kızıyor efendiler!

        Oysa Susurluk’tan (ah o Susurluk!) Afyon’a yollanmış, kamyon kamyon düzülmüş cephane, mühimmat, bombalar hiç de öyle özene, dikkate, şefkate layık görülmemiş.

        Onları sırtlayacak askerler de!

        Nasıl güzel bir devlet ise, istedi mi, mühimmat elde melde patlamasın diye nasıl da seferber…

        Ama iş nasılsa sayıyla verilmemiş “askerler”e gelince, salla gitsin, yığ gitsin, istifle gitsin, cephaneliğe tık gitsin.

        TIR cephaneliği elde patlar diye çıldıranların, Afyon cephaneliğinde 118 bin bombanın patlayıp 25 askerin parçalarını 6 kilometreye yaymasını, DNA için dokularının adeta kazınmasını umursamamasını normal görüyorsanız…

        Orada kendi evladınızın, eşinizin, nişanlınızın da olduğunu bir saniye düşünün; sonra yine normale dönün!

        ***

        Gazeteci İsmail Saymaz Radikal’de, “Afyon Cephanelik Katliamı”nın bilirkişi raporunu yayınladı.

        Zaten tahmin edilen ama şimdi daha iyi anlaşılan şu:

        Tırlara “ilaçlı silah” veya “silahlı ilaç” yüklemesinde çok özenli olan devletiniz, Susurluk’tan Afyon’a yollanan on binlerce somsbayı hiçbir kurala uymadan yüklemiş, istiflemiş, depolamaya kalkmış.

        Ne tasnifi tasnif, ne istifi istif.

        Başka bir depoda patlamamış 160 bin bombanın 24 bininin kafadan bozuk; eğri veya kırık pimli, maşası koli bandıyla tutturulmuş olduğu belirlenmiş.

        Bravo!

        25 paramparça asker geri döner artık!

        ***

        Bilirkişiye göre Susurluk ve Afyon’da üç binbaşı, ki ikisi sanık bile değil, “idari kusurlu” imiş.

        Esas kusur ise, Afyon cephaneliğinde paramparça olan Astsubaylar Bedri Nayim ve Murat Düger ile Susurluk’tan bir astsubayda imiş!

        O günler burada sıcağı sıcağına yazmıştım.

        Bombaların bir gece vakti, kamyon farları eşliğinde, acemi askerlerle acele acele depolanmasına karşı çıkan Bedri Nayim “emre itaatsizlik” tehdidine maruz kalmış, yazılı emir istemiş, oda hapsi tehdidi karşısında emre uymuştu!

        ***

        Ama meselemiz bu zaten:

        12 yılda 1500’den fazla işçinin işyerlerinde öldürülmesini umursamayanlar…

        Bir cephanelikte, dandik teftiş baskısı ve merhametsiz buyruk düzeni sonunda paramparça olmuş 25 askeri de umursamıyor.

        Yeter ki tırımızın lastiği patlamasın…

        Yeter ki makyaj akmasın, maske düşmesin…

        Yeter ki Kral çıplak kalıp üşümesin!

        ***

        Bizim diyeceğimiz ise şudur:

        Yeter ki hakikat ve adalet eksilmesin penceremizden.

        İNSANIN ÖLECEĞİNİ BİLMESİ GARİP OLUYOR!

        Bir hafta on gün mü oldu, ne…

        Bodrum’da hastanedeki odasına girdim.

        Sevindi; ağrıları vardı ama konuşmak istedi uzun uzun.

        Dedi ki, “Yahu Umur, keşke Alzheimer filan olsaydım; öleceğimi bilmezdim hiç olmazsa.”

        Ne diyeyim, o an diyebildim ki, “Bedri Ağabey, o zaman yaşadığını da bilmezdin.”

        Haklısın dedi; “belki az sonra öleceğini bilme”nin tesellisi “o an yaşadığını bilmek” miydi, ben de bilmiyordum.

        Ama laf yaydan çıkmıştı bir kere:

        Bak şimdi konuştuklarımızı da konuşamamış olacaktık. En önemlisi, sen bugüne kadar yaptıklarını, o güzel şeyleri de şu anda hatırlamıyor olacaktın. Güzel anılar da bir boşluğa gitmiş olacaktı çoktan.”

        Sonra bir sürü şey konuştuk; hiç ölmeyecek gibi, hepimizin her gün yaptığı gibi işte.

        Bedri Koraman, çizgileriyle, gazete sayfası üzerinde hayata renk katmakla kalmıyordu; birlikte çalıştığı herkesi de her an, çocuksu şaşkınlıklarla, hınzır esprilerle renkli kılıyordu.

        Onca yılın getirdiği ustalık mertebesine rağmen, eskizlerini, bitmemiş çizgilerini, tasarladığı karikatürleri hep önceden gösterir, tartışır, fikir alır, en ufak bir kibri olmazdı.

        Yıllarca onu çok sayarak ama hep severek çalıştım.

        Meslektaşlığı, Beşiktaşlılığı ve “Milliyet’ten birlikte kovulmak” gibi bir anı da paylaştık.

        İpekçi’yle başladığı Milliyet’ten, Turhan Selçuk ile birlikte atmışlardı onu da; hiç utanmadan hakikaten!

        Şimdi biyografisinde, “Milliyet’ten ayrıldıktan sonra” yazmışlar; onun hakikatine bile ayıp etmişler.

        Çünkü o gün, “ölüm”ü konuştuğu yatağında dahi, “memleketin durumu”ndan sonra, hala en çok üzen ikinci şeydi o.

        Yıllardır Bodrum’a çekilmeseydim ömrüm bu kadar da olmazdı” dedi.

        Cağaloğlu’nda Abdi İpekçi ile çıktığı uzun yolculuğun ardından, Torba’da “Abdi İpekçi” adını da taşıyan bir mekânda veda etti.

        Bak bunları da konuşamazdık” dediğimde vedalaşıyormuşuz ama kalbinde, aklında, hatıranda yaşayan kimseyle öyle kesin vedalaşmıyorsun.

        Onlar nasıl senden bir parça bir parça alıp götürüyorlarsa, sende de onlardan bir parça bir parça hep yaşıyor.

        Sonra, bir gün geliyor, o parçaları da parça parça bir başkasına devredip…

        Başınız sağ olsun Nil Abla; hepimizin başı sağ olsun.

        Bedri Ağabey’in hayatı olmuş, ama artık tüm medyayla birlikte ne olduysa olmuş Milliyet’in de tabii.

        Kuşak kuşak gönlümüze kazınmış çizgilerin, karikatürlerin, gazetelerin, gazetecilerin de.

        Diğer Yazılar