Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seçim akşamı; sandıklar açılmaya başlanmış ama yayın yayın yasağı var henüz.

        Tarafsız” bir TV kanalı.

        Biri az gadre uğramış olsa da kadim bir “iktidar gazetecisi.”

        Diğeri merkez medyada, “muhalif.”

        ***

        Belli ki o sırada Anadolu Ajansı manipülasyondan başını alamıyor; biz vatandaşlar göremiyoruz ama “ilk sonuçlar” iktidarı cilalıyor; artık tek başına mı istersin, anayasa yapacak çoğunluk mu, başkanlık sistemi mi, dile AA’dan ne dilersen!

        Bunun adı kamu yayın kuruluşu.

        Yani milletin, halkın malı.

        Özel menfaatlerin etkisinde kalabilecek özel yayıncılar karşısında, halkın doğru, dürüst, hakkaniyetli bilgi alma hakkının kaynağı olması gereken şey!

        Neyse, o zaten kaymış da…

        Benim kulağım ve gözüm, ağırbaşlı, çokbilmiş, cahil insanlar karşısında dünyanın ve ülkenin tüm bilgisine, sağduyusuna, akilliğine sahip iki arkadaşta.

        O sırada öyle bir imtiyaz sahibi, öyle özeller ki…

        Kimsenin görmediği “seçim sonuçları”nı görüyorlar.

        Kimsenin yapamayacağı yorumu yapma gücünü haizler.

        ***

        İktidar gazetecisi” olan da, “muhalif” olup bir yandan da zaten baskı altında bulunan patronunu kollamak isteyen de, kasıla kasıla tabloya bakıyorlar.

        Zaten bulundukları TV kanalı da “cumhuriyetçi-liberal-iktidar” sentezi gibi bir kimyaya sahip.

        İlki “ben zaten demiştim” havasında, vakur…

        İkinci az panikte ama “tablo” karşısında iktidarı övüyor: Öyle ya hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan başarılı!

        Bak, ilkini anlıyorum, yani anlayacak bir şey yok, kendini teslim etmiş zaten ama anlıyorum.

        Dikkatimi çeken esas öteki.

        Yahu nasıl duruyorsun öyle, tam kenarda, düşecek ama düşmemek için her şeyi yapacak gibi.

        Muhalif” ama belli ki aklında hep patronu var; kendini onun yerine koyuyor; ve “iktidarın başarısı”nı teslim etmek için koşturuyor.

        Oysa ilerleyen saatlerde, seçim sonuçları yayınlanıp başka bir netice ortaya çıkınca, bunun tam tersi yorumlarla yine kanal kanal dolaşabiliyor güllerim!

        Üstelik bu iki arkadaş, beyefendi olanlardan; hakaret etmeden, küfür etmeden ama işte yine öyle, yine böyle.

        ***

        Bu nasıl bir çürümedir ki, iktidar nasıl bir çürütme, kokuşturma başarmış, medya bunun içinde nasıl yuvarlanmış ki, insanlar şahsiyetlerini böyle .ok etmiş.

        Değer mi, bilmiyorum; pespayelik olduğunu biliyorum.

        Ve korkarım bu pespayelik öyle kolay bitmeyecek.

        AKP öncesi de vardı; iğrençti.

        Bu dönem onu aşmayı da becerdi.

        Daha öncekilerin yoğunluğuna karşı süreçler kısaydı, değişiyordu.

        Darbecilikten “sivil iktidar” yanaşmalığına, 28 Şubatçılıktan hortumcuların vantuzluğuna, ihbarcılıktan cezaevi operasyonları vampirliğine.

        13 yıl önce bu manzaraya karşı ayaklananlar da son sürat onların sureti, hatta sürenin uzunluğundan ötürü, çamurun daha koyusu, daha derini haline geldi.

        Tabii bu güne ok atarken öncekine (hala) sarılıp yamanmak da ilginç bir karakter oyunculuğu!

        Artık öncekine ok atarken bugün ok haline gelmiş olanların zaten diyeceği çok şey yok… Ama susmuyorlar.

        Üstelik “iç savaşları”nda, kıyasıya linçlerle çirkinliğin, çirkefliğin asla sınırı olmadığını da göstererek.

        ***

        Bu hastalıkların, bu salgının, bu kara vebanın tam tedavisi yok.

        Toplumun bir kesiminde aynen karşılığını buluyor.

        Fikrini ifade, tartışma yerine; hınç ve linç kültürü, kin ve nefret kültü.

        Bu karakterleri değiştirecek değil ama frenleyecek tek şey hakikaten “koalisyon ihtimali” olabilir.

        Birbirine ok atanların aynı yayı tutmaları gibi işte! Hiç değilse aynı okun iki ucunu tutmaları gibi.

        Kiminin aklının kenarı, kiminin vicdanının dibi böyle biraz hareketlenebilir belki!

        ***

        Toplumlar çoğu enkazı kaldırabilir.

        Çok felaketin altından kalkabilir.

        Nice acıyı geride bırakabilir.

        Bu ülkede de bunlar mümkün.

        Ama vicdanlar körelmişse, beyin çamura batmışsa, toplumun ortak vicdanı ve aklına dair çoğulculuğu ve namusu temsil etmesi beklenen gazetecilik bu kadar oktanlaşmışsa, enkazdan öte bataklıktır.

        ***

        İki adam önlerindeki ilk manipüle sonuçlara bakıyor.

        Biri efendisine, Başkanına hazırolda selam duruyor…

        Öteki zor durumdaki patronunu aklından çıkaramadığı için, galiba Başkan kazandı telaşıyla, ne olur olmaz diye, aynı “Efendi”ye saygılarını arz ediyor!

        Boyun eğenlerden, iki büklümlerden, yanaşma-yapışma-ilişmelerden bir siyasetçi, gazeteci, akademisyen, hukukçu, bürokrat ordusuna sahip ülkede…

        Boyun eğmek istemeyenlerin işi elbet kolay değil…

        Ama hayat ve haysiyet de bununla mana ve değer kazanıyor işte.

        ***

        Lakin en büyük tuzak hep şudur:

        Tepki duyduğuna, karşı çıktığına benzemek!

        Öfkelendiklerin gibi linççi, zalim olmak!

        Eleştirdiğin “yandaşlar” gibi bir başkasının sesi, nefesi, topu, tüfeği olmak!

        Başkalarını dışlayanlara, küçümseyenlere karşı bağırırken; bir ayağınla da başkalarını ezmek, küçümsemek, aşağılamak.

        O yüzden, “yeni şeyler söylemek” asla eski dilde mümkün olmuyor canım!

        Belki “basınç” biraz azalır da… Hava değişimi olur kardeş!

        BİR ORADAN BİR ŞURADAN?

        Elbette her şey “provokasyon”la açıklanamaz, elbette “müsait zemin” yoksa provokasyon da kolay olmaz ama…

        Diyarbakır’da seçimin hemen öncesi ile hemen sonrası olanlar, “müsait zeminde kan davası yoklaması” olmalı.

        Bir Kürt iç savaşı” kimine daha uygun geliyor galiba!

        Böylece “etnik eksen” de “din ekseni”ne kayıyor; sınırın ötesi açısından da daha güncel!

        Binlerce evladını kaybedenlerin bunlara izin vermemekten başka çaresi yok.

        Halkların umudu bir ötekini boğazlamakta değil, bir ötekiyle barış içinde yaşamakta olabilir çünkü.

        Devlet, emniyet-yargı ve bölgedeki siyasi güçler, eğer bizzat aktörü değillerse “oyun”u ortaya çıkarmak zorunda.

        Karnındaki, sırtındaki ve elindeki hançeri hep birden atmadan “barış” bir karış bile olmuyor.

        Diğer Yazılar