Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yanılmıyorsam…

        14 Haziran günü Muğla’da Cansu Kaya kayıplara karıştığında…

        İzmir-Denizli arasında, er Osman Karadeniz kayıplara karışalı da iki gün olmuştu.

        ***

        Cansu Kaya 18, Osman Karadeniz 20 yaşındaydı.

        Biri Batı’nın, Ege’nin hayat dolu bir kızı…

        Diğeri Diyarbakır’ın askeriyeye emaneti.

        ***

        Devlet adamlarının, siyasilerin, yargı insanlarının, akademisyenlerin, medyacıların iş dünyasının; kısacası bu ülkenin çeşitli kibir ve çokbilmişlik katmanlarının hiç durmadan konuştuğu bir zamanda…

        Biri Batı’dan biri Doğu’dan iki genç…

        Biri 18’inde, biri 20’sinde iki hayat…

        Biri genç kız, biri genç erkek…

        Öylecene yok oluvermişti.

        ***

        Cansu Kaya, hem cinsel saldırı hem de cinayetin yok ettiği bir genç kız, bu memleketin erkek şiddetinin yeni bir kadın kurbanı olarak, bir kanalda bulundu.

        Osman Karadeniz, o günden beri kayıp.

        Cansu Kaya’nın kadın kimliğini şiddetlerinin hedefi haline getirmişti bir takım erkekler.

        Osman Karadeniz’in de, ailesinin şüphelerine göre, belki Kürt kimliği bir takım başka erkeklerin şiddetinin hedefi haline geldi. “Firarda, dağa çıkmıştır” da dendi; bir kimlik kavgasından sonra İzmir’den Denizli’ye sürülüp yok olduğu, belki yok edildiği de.

        ***

        Genç kızlarını ve genç erkeklerini, tabii çocuklarını, kadınlarını, işçilerini bu kadar şiddetli biçimde yok eden bir ülkede, bir devlet adamı maddi ve fiziki şeylerle gurur duyabilir mi?

        13 yıllık bir iktidar, ahlak ve maneviyat üzerine, herkese saygı ve hayat üzerine bunca laftan sonra, insanların hala kimlikleriyle kurban olmalarından utanç duymayabilir mi?

        ***

        İç Güvenlik” devleti kuranlar, kendilerini devletin sahibi, bilemedin “iç güveysi” saydığı için kendi çocuklarının güvenliklerinde kusur etmiyor.

        Bırakın kendi çocuklarını; kendilerine yönelmiş her eleştiriyi “hakaret” sayıp 13yaşında çocukların dahi üzerlerine yürüyebiliyorlar; anaları yuhalatabiliyorlar.

        Ama başka çocukların hayatı üzerine titizlenmeyen, 12-13 yaşında tecavüze, cinsel saldırıya, cinsel linçe uğramış çocuklarda “rıza” bulan, cinsel şiddet sorumlularını mazur görebilen reza düzeni!

        Bir genç sopalarla, tekmelerle öldürülürken kayda geçmiş kameranın görüntülerini silebilen polisin beraat ettiği ülkedesiniz işte.

        ***

        Meselemiz, meseleniz zaten şu:

        Çocuklarınızı yok eden bir düzende, fail ve mağdur ayrımı yapmak.

        Kimdir, kimlerdendir, kimin kurbanıdır, diye bakmak hiç sıkılmadan; kendi çocuklarının yüzüne bakarken dahi hiç utanmadan.

        O yüzden, bugünkü kayıpları eleştirenlerin dahi, 12-13 yaşındayken devletin gözaltına alıp cesetlerini asit kuyularına attığı çocuklara dair ne hatırası, ne hafızası, ne bilgisi, ne ilgisi var.

        Ne tepkisi olmuş, ne de olabilir maalesef.

        Kadına erkek şiddetinin “arızi” bir durum olmayıp ortak bir kültür olduğunu, en şiddetlisinden sadece sözlüsüne veya önyargılısına kadar, her kesimden milyonlarca erkeğe nüfuz ettiğini kabul edebilir miyiz?

        Erkek ve otorite kültü”nün aileden okula, işyerinden askeriyeye, ideolojilerden gündelik hayata sürekli beslendiğini, ah o anaların da, kocaya boyun eğerek, oğla taparak bu tahakkümü onaylayıp beslediğini, büyüttüğünü görebilir miyiz?

        ***

        İstediğiniz kadar “benzemez” sayın…

        Bir genç kızın maruz kaldığı cinsel ve ölümcül şiddet ile Karadeniz veya bir başkası, bir erkek çocuğun, kimliğinden ötürü yok edilmiş bir erkeğin maruz kaldığı şiddetin kaynağı çok çok farklı değil.

        Çünkü özünde, tahakkümün, baskının, ötekini küçük, aşağılık, ezilebilir, yok edilebilir görmenin, otoriterliğin kaynağı aynıdır.

        Kötülük o kadar da bireysel, o kadar da “kaza, arıza” değil çünkü…

        Kötülüğün temel kaynağı esasında iyilik, güzellik sandığımız nice şeyin tam içinde, tam orta yerinde!

        SİZ O AKLI...

        Cumhurbaşkanı seçimden sonra biraz sakinleşti, “her partiye eşit mesafede” mesafe alırmış gibi yaptı ama sonunda dayanamadı.

        Bahçeli “Cumhurbaşkanı Anayasal çerçevede kalmalı” deyince cevap patladı:

        Siz o aklı kendinize saklayın!”

        Yani bu ülkede siyaset yapan, milyonlarca oy alan bir partinin lideri, varsa, aklını kendine saklamalıydı! Dediği bu.

        Yani MHP misal AKP ile koalisyon yaparsa, aklını kendine saklayacak, AKP’ye aptal rolü yapacak veya onu öyle akılsız bırakacak. Anladığım bu!

        Seçim boyu kapı kapı dolaşıp üç partiye demediğini bırakmamış “tarafsız cumhurbaşkanı”ndan hakikaten çok özlü bir söz bu.

        Varsa aklınız, kendinize saklayın!

        Diğer Yazılar