Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Barış daha nasıl ölebilir?

        Yani Barış daha nasıl öldürülebilir?

        Farkında değilmişiz, yaşarken.

        Barış hakikaten Barışın simgesiymiş.

        Öyle sırasız çocuklardan biri işte; ama ta kendisiymiş.

        Bu ülkede bir milyon insan her gün onun dediğini dese…

        Bir on bir olur zaten.

        Yani o kadar içten inansak buna, ne Barışlar gider, ne de Barış elden.

        ***

        Barış Aybek, Malatya.

        Akdizgin Karakolu, saat 00.20.

        Daha diyeceklerim varken, vurdular beni!

        ***

        Başkasından nefret etmek, başkasına küfür etmek, başkasını aşağılamak, öldürülmüş çocukların annesini dahi yuhalatmak, kibrin kinini kusmak gibi hasletleri olan “ortamımız”da, Barış Aybek, bize esasen barışın temelini anlatırmış:

        “Berkin’e üzüldüm, CHP’li olmadım. Şehit polisimize üzüldüm, AKP’li de olmadım. Sadece vicdanımı dinledim, insan oldum.”

        Bunları Twitter’da yazdığında, şimdi onu “şehit” diye kutsayanlardan küfür yedi…

        Bunları yazdığı sırada onu “asker” diye düşman sayanlardan da kurşun yedi!

        Oysa bunca küfür kıyamet arasında, kin ve nefret ortasında, “Barış” ancak Berkin’e, “Şehit” polise, Suruç’a üzülmekle mümkündü.

        Efendiler yine yardılar:

        Berkin’e üzülenler şu tarafa…

        Şehit polise üzülenler o tarafa!

        Barış işte bunun tam ortasında…

        Üzerinde bir tarafın nefreti, küfürleri…

        Karşısında öte tarafın silahları…

        Nasıl bir mütalaa ve mübalağa ise artık, “Seni başkan yaptırmayacağız, Türkiye’yi 2023 hedeflerine ulaştırmayacağız demek” diyebilen “Başkomutan”ın komutasında…

        Suruç’a yanmış bir delikanlı olarak sözde Suruç’a misilleme yapanlara verdi canını.

        Daha doğrusu böyle durumlarda şu oluyor:

        Bir vicdanın, bir de canın var.

        Vicdanını hiçbirine teslim etmiyorsun; canını ikisine birden veriyorsun!

        ***

        Başbakan’ın doktor eşi, tamam iyi bir şey, “Işid’in şehit ettiği” ölmüş astsubayın doğmamış çocuğuna koştu, doğuma katılmak için.

        Bebeği kucağına alıp keşke hemen eşini arayabilseydi…

        Nasıl ayıracağız bu çocukları bir ötekinden diye.

        Doğmuş onca çocuğun hayatını, ölmüş onca babanın şunca çocuğa hatırasını nasıl geri getireceğiz, diye.

        Bazı çocukları bedeliyle, torpiliyle, sıfırıyla, kasasıyla koruyup kollarken, onların yok oluşunu nasıl izah edeceğiz, diye.

        Yere atılmış bir şiltede ilk görev maaşını bile almadan uyuyup o gün ölümüne uyanmış genç polisin doğumuna yetişmiş miydiler?

        “Terörist” olan ama sonra toptan toplarken “40 bin ölümüz” denen ölüler hangi toprağa gidiyor?

        Öldürülünce hemen “terörist” denen 15 ve 16 yaşındaki iki Diyadinli işçi çocuk terörist olmasa da resmi dilde “terörist” ölüyor; çocuk demeyecek miyiz onlara?

        ***

        Genç askerlerin miniklerinden bir yetim ordusu yine içtimada.

        Osmaniye’ye dört uzman çavuş tabutu gelmiş mesela.

        Son tabuttan Fatih Gökşen çıkıyor, bir fotoğraf oluyor, gülümsüyor, yine umut dolu gülümsemiş eşiyle arasında 10, 7 ve sadece 1 yaşında üç cıvıl cıvıl çocuk.

        Son bebeğe hamile iken annesi, Cumhurbaşkanı, Başbakan “Şunlar barışa düşman… Türkiye bir daha asla o günlere dönmeyecek… Bahar geldi işte” diyordu; sadece milyonlarca AKP seçmenine değil, Osmaniyeli askere de, vurulduğu Diyarbakır Sur’da bin bir acıyı yüklenmiş Kürt annelere de, doğmamış bebeklere de.

        Sadece iktidar değil, en son ve en ziyade HDP de, sadece oy aldığı milyonlara değil, tüm Türkiye’ye “Barışın teminatı biziz” diyordu.

        Böyle büyük bir yanılgı…

        Böyle amansız bir illüzyon…

        Böyle kanlı bir yalan oldu işte!

        Sıvasız hanelerin umutlarını, çocuklarını rehin alan, kurutan “Madem başkanlık yok, alın size başkomutanlık” diyen saray ile.

        Kürtlerin de Türklerin de umutlarını vuran, 6 milyon HDP oyunu da rehin almış “örgüt” ile!

        ***

        Bu “Gençlik ve Sipor Bayramı” ülkesi nasıl yaman bir memleket, değil mi?

        Bir ucundan Van Persie’ler filan giriyor, sipor diye…

        Bir ucundan Barışlar’ın tabutları çıkıyor, gençlik diye.

        Bir ucunda, uzun ömrü, bol futbol şansı olsun, 20’sinde futbolcuya milyon avrolarla saldırıyor dört büyükler…

        Bir ucunda, 20’sinde, çok daha mütevazı hayalleri, bir aşkları bir de umutlarıyla düşüyor çocuklar.

        Kendi kendini, kendi evlatlarını yiyip bitirmek için yanıp tutuşan bir memleketin delirmiş hallerinden, çocuksu hayallerine yer kalmıyor işte!

        Fatih Uzman Çavuş’un en küçük yetimi, bir yaşında Muhammed…

        Diyadin’de vurulanlardan biri 15 yaşında Muhammed.

        Öyle işte…

        Barış’ı öldüren…

        Muhammed’i alıp Muhammed’in karşısına koyan bir lanet bu!

        Diğer Yazılar