Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Her ülkede saldırı veya “gazeteciye saldırı” olabilir…

        Ama bazı ülkelerde, nadiren, bizatihi cumhurbaşkanları, devlet başkanları, yöneticiler ve emirlerindeki “medya tetikçileri” saldırılacak hedeflerin de “tesadüfen” kulaklarını çınlatmış olur.

        ***

        Hürriyet binasına saldırı”, iktidar sözcüleri ile Cumhurbaşkanı’nın sözlerine “rast gelmişti” ya…

        Hürriyet’ten Ahmet Hakan”a saldırı da, kim yapmış veya azmettirmiş olursa olsun, iktidardan ve medyasından “tehditler”e denk geldi.

        Öyle ya, bir iktidar milletvekili “Defolup gideceksiniz bu ülkeden. Bunlar hiç dayak yememişler. Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak” diyebilmişti.

        İktidar efendilerinden de hiç tepki görmeden.

        Öyle ya, bir iktidar kâtibi, bir de gazeteci sıfatıyla, “İstersek seni sinek gibi ezeriz. Bugüne kadar merhamet ettik de hala hayattasın” diye yazabilmişti vallahi!

        Bu kadar rastlantı başka yerlerde de olabilir ama bir “demokrasi”de pek olmaz!

        Böyle rastlantıları daha ziyade faşizan rejimler ile “içindeki faşoyu tutamayanlar” sever!

        ***

        Bakın, şunu asla unutmayalım.

        Gazetecilerin mahkeme kuyruğuna girdiği, işten attırıldığı, tehdit edildiği, hapse atıldığı, hedef alındığı, dövüldüğü, medyanın kuşatıldığı, iktidarın mülkiyetine geçirildiği, büyük medyanın hiç dert etmediği alternatif yayınların ezilmek istendiği” bir memlekete geçmiş zamanlardaki bir “basın özgürlüğü cenneti”nden gelmedik.

        Yani Süleyman Demirel, Aydın Doğan’a “Sen de ben de çok iyi insanlardık. Birbirimize hiç karışmadık” tadında bir mektup yazmış ama rahmetlinin kanlı Milliyetçi Cephe dönemlerini unutsak dahi, DYP’nin de iktidarda olduğu “Susurluk devri”nde öldürülen ünlü ve çok sayıda şöhretsiz gazeteciyi de unutmayacağız tabii!

        Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun veya Hürriyet’in ruhu Çetin Emeç’in nasıl, ne zaman öldürüldüğünü de mesela.

        Ama şimdi konumuz bugün!

        ***

        Bugün şunu da asla unutmayalım o zaman:

        1.Bu ülkenin önceki başbakanı, hem de acılı Soma’da “Yersin tokadı” demiş, Gezi olayları sırasında “Yüzde 50’yi evde zor tutuyoruz” diyebilmiş!

        2. Bu ülkenin önceki başbakanının danışmanı, hem de acılı Soma’da, bırak “yersin tokadı” demeyi, yerdeki işçiyi defalarca tekmelemiş!

        3. Bu ülkenin daha yeni terfi ettirilip önemli bir görev verilmiş paşası, esas duruşta iyi duramıyor diye, 50’sine yaklaşmış bir Gazi jandarmayı, birliğin gözü önünde, hem de “savaş”ta vurulmuş platinli sakat ayağından tekmeleyebilmiş!

        4. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, kendisini eleştirdiler diye, acılı yürekleri isyan etmiş “şehit babaları”na “karaktersiz” demeyi münasip görebilmiş!

        5. Cumhurbaşkanı’nın bunu diyebildiği bir yerde, sorsan hepsi inançlı, imanlı olan “linç milisleri” eliyle, diliyle azıp “şehit anaları”na dahi “hoşt” diye kusabilmiş!

        6. Makam olarak “Cumhurbaşkanına hakaret suçu”nu şahsi olarak “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu” yapan düzende, Cumhurbaşkanı’nın avukatı yarım asırlık gazeteci Hasan Cemal için suç duyurusuna “Aşağılık” diye yazabilmiş!

        Şimdi iklim buysa, sağanak tekme tokat, mevzii yumruk, şiddetli küfür kıyamet çok normal!

        Bizim sorunumuz bunların bazılarını hiç umursamamak Umur!

        ***

        Bir zamanlar Doğan Grubu avukatlarının “Umur Talu’nun bu ülkede gazetecilik yapmaya hakkı yoktur” diye “basın özgürlüğü beyannamesi” ithaf ettiği bir gazeteci olarak şunu içtenlikle söylüyorum:

        Hürriyet’in hakikaten mağdur, Ertuğrul Özkök’ün basın özgürlüğü militanı olabildiği bir ülkede durum gerçekten vahimdir!

        Bir sonraki şu paragraf ise içimden, en derinden öyle geldiği için:

        Orada artık, alternatif medyadan insanların içeri alınması, her daim sansürlenmesi, onların zaten her devirde, yani Hürriyet’in mağrur olduğu zamanlarda dahi bu seslerin susturulması, kan kusturulması, mensuplarının büyük medya başyazarları, Basın Konseyi ağaları tarafından “terörist” ilan edilmesi de zaten tali kalır!

        ***

        Bazen adını bile bilemediğimiz onca gazeteciye, gazetecilik çabası harcayana, bunu neredeyse “bedelsiz” ama bedel ödeyerek,, hakikat açlığıyla yapanlara selam olsun.

        Tanıdığım zamanlarda efendi, karıncaezmez, mütevazı bildiğim ama sonradan bilemediğim Ahmet Hakan’a da, yine içtenlikle söylüyorum, geçmiş olsun.

        Umarım sağlığına hemen kavuşur; umarım maruz kaldığı şiddetin sorumluları hesap verir.

        O arada biraz soluklandığında dikkate alırsa, kendisinden ricam, “Cem Uzan adındaki hesapla twitter atışması”ndaki “Şanzelize üslubu”na bir daha baksın.

        Muhatabı ne derse desin, saldırı nereden gelirse gelsin, gazeteci gazeteci kalmalı diyebilirim ancak.

        Şanzelize’de de Belize’de de!

        Çünkü gazetecilerin baskı, tehdit ve şiddete en iyi, en doğru cevapları harbi gazeteciliktir.

        ***

        Yazıyı (Doğan Akın’ın yazısından aktararak) bir “basın özgürlüğü düşünürü”nün sözleriyle bitireyim:

        Üzülerek söylemeliyim ki yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştu. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar, tahammülsüz anlayışlar düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış, bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır.

        Bu yolculukta direnç gösteren, bedel pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın, yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor.

        Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz, yazı, fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur.

        Recep Tayyip Erdoğan, 1 Şubat 2009”

        ***

        Önceki Başbakan bu konuşmayı Çetin Altan’a “büyük ödül” verirken yapmış!

        O vakit diyor ki, “Mutlulukla ifade ediyorum ki, Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkum eden Türkiye’dir ne de Nazım Hikmet’i 12 yıl hapishanelerde tutan Türkiye’dir.”

        O açıdan şimdi de çok haklı:

        Çetin Altan artık mahkeme kapılarına çağrılmıyor; oğlu Ahmet Altan “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten sanık. Hem henüz 300 kez değil!

        Nazım Hikmet ise epeydir hapishanede değil!

        İlhami Soysal’ı döven “Paşa beslemeleri”nin yerini de “Sivilleşmiş beslemeler” aldı.

        Diğer Yazılar