Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsanın aklı da kalbi de almıyor:

        Çocukları, masumları, kahpece öldürülenleri nasıl ayırabiliyor ağalar?

        ***

        Bu hafta Yasin Börü ve “barış süreci”nin son demlerinde öldürülen üç kişinin davası var.

        Ne farkı vardır Yasin’in de Berkin’den?

        Ama usta bu soruyu size şöyle de sormak lazım:

        Ne farkı vardır Berkin’in de Yasin’den?

        ***

        Tabii ki çocukları yere yatırıp otopsi yaptığında, o parlak zekalar, o tek taraflı kalpler, o çocukları yaran keskinler epeyce fark buluyor:

        Mezhebinden katilinin kimliğine kadar!

        Bu çocukların ölülerinden, hatıralarından öğreneceğimiz bu mudur?

        Kendi çocuklarımızın yüzüne baktığımızda ilk gördüğümüz mezhebi midir?

        Bunun için mi severiz çocukları; bu yüzden mi nefret edeceğiz bazı çocuklardan; ölülerinden ve “analarından” bile.

        ***

        Örgüt iş makinesine saldırmış; orada vurulanlar “işçiler.”

        25 yaşındaki Maşallah işçi babasına yemek götürüyormuş; orada ölen “Maşallah!”

        22 yaşındaki Şeyhmus da polislere açılan ateşte, çalıştığı çorbacıda öldürülmüştü.

        8 yaşındaki Elif’in katili ortada kaldı; yüzde 50-50; polis mi örgüt mü?

        10 yaşındaki Zeynep’in ruhu cenazesinin başında bekledi; kaldırılamadığı için.

        54 yaşındaki Ahmet Sönmez öylecene kapısının önünde cansız yatıyordu, iki büklüm.

        Evlerinin önünde” taranıp öldürüldü iki asker; “evlerinin içinde” öldürüldü iki polis.

        Kafasına silah dayanan gazeteci, “devletin-milletin güvenlik gücü”nün pervasız bir vahşetle araca takıp sürüklediği “ceset.”

        Cenaze cenaze peşine takılıp durduk ve biz her seferinde, tabut kimin, ölü kimlerden, şu iyiyapmış, yok bu iyi etmiş, çocuğu kim vurduysa ona göre bir “insanlık pozisyonu” almaktan helak olduk!

        ***

        Bu ayrımcılık, kurbanların üstüne üstüne yürüyen bu lanet nefret ve kin ile kimimiz “yüce ahlaklı, derin imanlı, yaratılanı yaradandan ötürü seven” muhafazakâr, kimimiz cumhuriyetçi, kimimiz vallahi “devrimci” bile olabiliyoruz.

        Öyle ya çocuklar küçük tabutlarından, taze mezarlarından çıkıp hesap sormuyor nasıl olsa.

        Sözde sorduğumuz hesap kendi nefret dolu dillerimizde, kimimizin kanlı ellerinde dolaşıp duruyor.

        ***

        İnsanlık ve barış umudu” nüfus kağıtlarına, cansız bedenlerdeki mermilerin menşelerine, katillerin kimliğine, çocukların diline, dinine, mezhebine, kökenine bakarak nasıl mümkün olabilir?

        Bırak sıradan insanları, fanileri; kendilerini her şeyi doğru bilen, en yüce gören devlet efendileri bu ayrımcılıkların, çocukları paramparça yaran bu küstah ve habis nefret-kin dilinin asli parçası olarak nasıl huzur bulabiliyorlar?

        Nasıl bir dünyaları var içlerinde ki dışlarına bile bunca nefret taşabiliyor?

        ***

        Vicdansız bir siyaset üslubu, vicdansız bir medya dili, vicdansız bir adanmışlık ve aidiyet sözde güç gösterisi olarak kimini belli ki çok tatmin edebiliyor.

        Böyle uğursuz bir ur o yüzden köşe bucak büyüyor; ruhlarda, kalplerde metastaz yapa yapa.

        Hepsi bir yana, çocukları, masumları, kurbanları ayıra ayıra ortak bir gelecek olamaz bu ülkede.

        Ortaklık ille kimliklerle belirlenmez çünkü esas ortaklık kişiliklerin; kimliklerimiz tarafından bazen nefretle örülmüş duvarları da aşarak buluşabilmesi, bunu vicdandan beslenen bir hak, hakkaniyet, hukuk üzerinde kurmaya çabalamasıdır.

        Merhametsizlikten adalet…

        Vicdansızlıktan hakkaniyet…

        Nefretten bir millet doğurmayı becerebiliyorsanız, vallahi büyük ustasınız vesselam!

        Diğer Yazılar