Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Anlaşılıyor ki, Tahir Elçi öyle bir yerde duruyormuş ki, o zaviyeden, o seviyeden vurulmaması imkânsız!

        ***

        Çünkü şöyle:

        Bir ayağının altında “kapatılsın” istediği hendekler…

        Bir gözünün üstünde “barış olsun” diye seslendiği devlet…

        Alnının tam ortasında peşini bırakmadığı “faili meçhul” vakaları ve davaları…

        Tam omuzlarının üzerinde “ifade özgürlüğü” nün kırmızıçizgisi, bir artı bir çarpı işareti!

        Sesiyle insanlara, örgüte, devlete bir şeyler söylerken, yüreği de hemen orada, kendisinden az önce vurulup ağır yaranmış “dört ayaklı minare”ye sarılmış.

        Dört ayaklı minare” 500 yıldan fazladır ayakta duruyor; etrafında bir hayat ayakta duramıyor.

        Sanki kadim tarih sürekli kurban beklermişçesine!

        ***

        Kurşunlu Cami” kurşunsuz, mermisiz bırakılır mı hiç?

        Kubbesi kurşundan, yine 500 yıllık bir ömür, yıl 2015, gövdesi kurşun delikleri, yüreği yangın yeri, göğe duman duman yükseliyor kaç asırlık dualar.

        Kendi kendini yıkan ülke, kendi kentini yakanlar, kendi insanını hedef yapanlar, kendi halkını hedef alanlar, toptan düşman belleyip hane hane delik deşik eden “güvenlik.”

        ***

        Kimsenin acısı kimseninkinden farklı değil.

        Acı verenler bir ötekine düşman olsa bile, acılar kardeş oluyor.

        Aynı toprağa karışıyor gözyaşları; inanç ne olursa olsun, aynı göğe yükseliyor dualar, dil ne olursa olsun aynı havanın suyun içinde ağıtlar.

        O yüzden, “Önceden ilan edilmiş bir ölüm”ü sırtında taşıya taşıya o ana, o mekâna varmış bir “Elçi” herkese, her acıya ses vermeyle çalışmış oracıkta.

        Bizimkilerden kısa hayatlardan, incecikken koparılmış ömürlerden askerler, polisler, gençler, siviller, çocuklar, kadınlardan “Başka bir Türkiye” var toprağın altında.

        Belli ki o sesi de ancak orası duymuş olabilir.

        ***

        Deriz ya, insanın doğumu sır, ölümü sır.

        İşte bir insanın doğumu Cizre, ölümü Sur.

        Yattığın yerden doğduğun yere bakıyorsun; Cizre dediğin vurulmuş haneler.

        Yattığın yerden öldürüldüğün yere bakıyorsun; Sur dediğin ağır yaralı.

        500 yıllık minarelerin, camilerin hüznü, vurulmaktan, yakılmaktan değil; anlatamamaktan olmalı.

        Kendi kendini yiyip bitiren bir ülkede ibadetin, inancın, insan olmanın da nasıl günahtan günaha bulandığının hüznü olmalı.

        ***

        Bakar mısınız şu memleketin haline:

        (Şimdi de) Van’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

        Van’da öğrencileri “ehliyet sınavı”ına götüren “ehliyetli sürücü” yönetimindeki otobüs kaza yaptı, 11 kişi öldü!

        Şimdi Van hangi yan?

        Güvenlik de, neye nasıl güvendik?

        İnsan Hakları Derneği raporuna göre, 2015 kâbusunda üç katliamda 138 kişi, faili meçhullerde 19 kişi, güvenlik güçlerinin yargısız infazı-dur ihtarına uymadı veya rastgele ateşinde 173 kişi, “terör saldırısı”nda 171 asker-polis-korucu, çatışmalarda 195 “örgüt mensubu”, 157 sivil öldürülmüş.

        Askerlikte, çatışmayla değil, kışlalardaki yat-kalk, rahat-hazırol günlerde 33 asker can vermiş.

        Erkekler; çoğu karısı, kızı, sevgilisi, nişanlısı yani sözde “sevdiği” olan 255 kadını öldürmüş.

        Daha yıl bitmeden, 11 ayda, işyerlerinde “öldürülen” işçilerin sayısı en az 1516!

        Sahillerden yollanıp kıyıya ceset ceset, çoluk çocuk vuran Aylanlar da “bizim ölüler”e sarılmış!

        ***

        Böyle bir ahval ve şerait içinde, hiçbir baba, sağ salim, sıhhat ve afiyette evlatları için artık, “Benim oğluma şunu yaptılar… Oğluma bunu dediler” diye yakınamaz.

        Ayıp olur…

        Günah olur…

        Çoğu gencecik, çoğu sıvasız hanelerden onca ölünün hatırasına hürmetsizlik, ruhuna huzursuzluk olur!

        Ülkeniz uzun, upuzun bir “cenaze alayı” iken, hiç değilse sessizce, saygıyla durursunuz.

        Yapamadığımız, yapamadığınız bir de bu!

        Diğer Yazılar