Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aynı toprak üstünde üç uzman çavuş ile üç aylık bebek ile seksen yaşındaki dedesinin, derken 5 yaşında bir çocuğun cansız yattığı bir ülkeyi yönetenler muhalefetle görüşmeyecek de ne yapacak?

        Başbakan “Meclis’te grubu bulunan” HDP ile randevusunu iptal ederek şunu mu demek istedi:

        Bakmayın birkaç bin teröristle mücadele ediyoruz ama aynı zamanda 6 milyon oyunu şu partiye vermiş olanları da cezalandırıyoruz!

        ***

        Yok, kendisi böyle demek istemediyse, bunu ben kendim uydurmuşsam, o “6 milyon oya, sandığa ve millet iradesine saygı” bunun neresinde?

        Yani “Öcalan ile görüşmüş olan” bir iktidar, “seçilmiş” insanlarla, bir kısım halkı temsil edenlerle görüşmeyerek başka ne demiş oluyor?

        Mesele “terörle mücadele”den de öte bir şey mi?

        Halkın bir kısmının, bir kısım halkın, çoluk çocuklar hariç sadece oy vermiş olanların sayısı 6 milyon kişiyi bulan bir seçmen kitlesinin temsilcisini hiç tanımamak mı bu ülkeyi kâbuslardan çıkaracak?

        O üç “şehit” uzman çavuş ile üç aylık bebek ve seksen yaşındaki dedesinin ailelerine son söz, “Toplumun farklı kesimlerinin temsilcisi Meclis’in devrede olduğu, barış umudunun, aklımızın başımıza-vicdanımızın kalbimize geleceği bir sürecin pek mümkün olmadığı” mıdır?

        ***

        Pekiyi sonra ne olacak?

        6 milyon oyu vermiş olanlar toptan cezalı mı?

        Onların hepsi “hendekçi” sayılıp “sandıkçı demokrasi”nin lanetlileri mi olacaklar?

        İktidar “seçime girmiş, oy almış” olanları meşru temsilci görmeyecekse, kimi görecek? Kimseyi mi?

        Sadece aynadaki sureti mi?

        ***

        Türkiye’nin askerleri, polisleri, bebekleri, çocukları, kadınları, anneleri, dedeleri, gençleri yakıp giden bu “müzakeresiz, tartışmasız, akılsız, vicdansız cehennem”den çıkması için kimin kimle konuşması lazım acaba?

        Bir bebeğin sessizliği ile mi geçiştireceğiz parça parça ölümlerimizi?

        Bir bebeğin çaresizliğiyle mi teslim olacağız iki ateş arasına?

        Bir bebeği kucağına alıp hastaneye yetiştirmeye çabalarken onunla birlikte can veren bir dedenin 80 yıllık ömründe tanık olduğu 80 türlü ölüm, 80 bin türlü acı, 40 mı 50 bin mi ölüm, son nefesini üç aylık torunuyla verişi, yani hiç biri “Başka türlü bir hayat” adına aklımızın, kalbimizin kapılarını bile çalamayacak mı?

        KIRMIZI ÇİZİLMİŞ BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ...

        Açılan davalar, tutuklanan, hapse atılan gazeteciler, kovulanlar, kovdurulanlar, kurşunlanan, cam çerçevesi indirilen gazeteler, toplatılan yayınlar, sansürler yetmedi…

        Bu devir de kendi “öldürülen gazeteciler”ine sahip oluyor artık.

        Türkiye’de misafir” Suriyelilerden bir gazeteci daha, iki çocuk babası Naci Cerf, Gaziantep’te öldürüldü.

        Işid hakkında belgesel hazırlayan, yazılar yazan” bir gazeteci olduğu söylendi.

        Böylece “Cinayet”i de açıklıyoruz işte!

        Aynı zamanda adeta şunu da basın özgürlüğünün alnının orta yerine yazıyoruz:

        Mapusluktan da beteri vardır!

        Kendi ülkemizde öldürülmüş gazetecileri unutmuşsak, işte kendi ülkemizde öldürülen Suriyeli bir gazeteci, yerde uzanmış, kendi “kırmızı” kanıyla bize bunu hatırlatıyor!

        Biz de iktidarın cevabını uzatıyoruz ona:

        Basın özgürlüğü bizim kırmızı çizgimizdir!

        Cinayet mahalline bir bant çekiyorsun ya, odur!

        Diğer Yazılar