Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kimimiz, mesela ben, devlet erkânı ve dün “barış düşmanları”na saydırıp bugün “savaş düşmanları”na, her halükârda temin ettiği “düşmanlar”a saydıranlar kadar akıllı değiliz.

        Bilgili de değiliz. Zeki de değiliz.

        Ne okuduğumuzu anlıyoruz, ne gördüğümüzün ayırtına varıyoruz, ne duyduğumuzu kavramamız mümkün.

        Yazdıklarımız mesnetsiz, fikirlerimiz cahilce, vicdan yamuk, aklımız zaten kuş kadar.

        Anlayamıyor, muhakeme edemiyoruz, onların şıp diye vardığı sonuçlara; dün bugünden, bugün dünden 180 derece, Başbakan hesabıyla “360 derece” farklı bile olsa tereddütsüz ulaştıkları o kesin neticelere asla ulaşamıyoruz.

        Bu yazıyı bunların farkında olarak okursunuz artık.

        Çok şükür ki etrafta size her işin en doğrusunu anlatanlar çok.

        ***

        Tam da bu saflık ve cehaletle anlayamadığım şu:

        7 Haziran hiç olmasaydı… kafadan 1 Kasım olsaydı…

        Şu askerler, o polisler, Tahir Elçi, bu üç aylık bebek ile dedesi, 11 çocuklu Taybet Hanım, 5 yaşındaki çocuk, şu kadar “etkisiz hale getirilen” yaşıyor mu olacaktı?

        Yoksa bu hakikaten kader midir…

        Hep mukadder midir?

        ***

        Şimdi, şimdiden önce ve şimdiden sonra da anlayamayacağım şu:

        Adına kâh “barış” kâh “çözüm” denip artık süpürülmüş “Süreç” başlatıldığında, Türkiye zaten müzakere, mutabakat, birlik ve beraberlik ile kardeşlik cenneti miydi?

        Önce “30 bin ölümüz”, derken “40 bin ölümüz” ölmemiş miydi?

        Bayraklı tabutlar yurdun dört yanında sıvasız hanelere dağılmamış, o hanelerin yoksullukları birkaç günlüğüne olsun bayrakla, ıssızlıkları birkaç günlüğüne olsun ziyaretlerle, kimsesizlikleri birkaç günlüğüne olsun törenlerle, acıları “şehit” adı verilen sokaklar, okullar, duraklarla örtülmemiş miydi?

        Binlerce gözaltında kaybı yok muydu memleketin; onlarca çocuk bile gözaltından kemik kemik asit kuyularına, kireç kuyularına, kör kuyulara atılmamış mıydı?

        Şiddet nefreti, nefret hiddeti, hiddet yeniden şiddeti doğurup doğurup durmuyor muydu?

        Devlet” devlet değil miydi, “terörist” terörist değil miydi, “Türkler Türk, Kürtler Kürt” ve herkes en azından bir ötekine şüpheyle bakan “kardeş” değil miydi?

        Öcalan en son “İmralı’daki şu, bu, o” değil miydi?

        Bugünkünden daha mı az acı, daha mı az nefret ve öfke, daha az “düşmanlık”, daha mı az “şehit, etkisiz hale getirilen, faili meçhul kurbanı, mezarsız ceset, cesetsiz mezar, ölü çocuklar” biriktirmiştik?

        Bütün onlara rağmen “Barış” demek, “Çözüm” demek, “Baldıran içeriz” diye ilan etmek, “Bu topraklarda bir daha silahlı çatışma olmayacak” diye müjde vermek, “Asla geriye dönüş yok” diye cümle aleme duyurmak, “Gerektiğinde herkesle konuşuruz” buyurmak nasıl mümkün olmuştu da şimdi asla mümkün görülmüyor?

        ***

        Bir daha soruyorum, çünkü biz salağız:

        7 Haziran hiç olmasa, 1 Kasım olsaydı…

        HDP’nin 6 milyon oyu, kendi sözüyle “Türkiye partisi” olma süreci PKK’nın üç beş bin silahını gölgede, “başkanlar”ın hedeflerini muallakta bırakmasaydı…

        Kobani (tüm Rojava) olmasaydı; olsaydı da, “kırmızı çizgi”siz “yeşil hat” olarak misal ışid mişid elinde kalsaydı...

        ***

        Hendekler, tamam, “Kürt halkı”na direniş diye söylenmiş, “Türk halkına” da “Gözünüzde büyütmeyin” diye gizlenmiş bir tuzağa dönüştü…

        Hendekler, “düz ovada siyaset”i daha 8 Haziran’da çukura batırmaya başlayan PKK için de, ama hepimize “Geri dönüşsüz çözüm süreci” diye yutturduğu “Meclis’te temsil, müzakere, mutabakat” ihtimallerini, “Barajı geçenler”in yüzüne çarpan iktidar (ve devlet) için de ne mükemmel gerekçe oldu.

        Sanki o süre zarfında kazılmamış, 8 Haziran günü komşudan getirilip prefabrik kurulmuştu!

        ***

        Cumhurbaşkanı, demokrasinin D’sinden, insan haklarının İ’sinden azade olan…

        Ama Mısır’daki gibi darbenin D’sine, Işid’in I’sına İ’sine yapışmış S. Arabistan’a gidip konuşuyor, müzakere ediyor, bölgenin milyonlarca acısının en köklü müsebbiplerinden birileriyle “Çözüm” konuşabiliyor…

        Bakın, ne diyeyim, kendi ülkeniz için de yeniden konuşun, tartışın, çözümler düşünün…

        Dün “40 bin ölümüz”ü unutturup barış diyebiliyordunuz…

        Bizim beynimiz kifayetsiz, anlayamıyoruz: Bugün niye demiyorsunuz?

        Mutlaka bir cevabınız vardır da…

        İçinize siniyor mu?

        İktidarın da HDP’nin de içine siniyor mu?

        Milyonlarca insan nasıl sindirecek hep ölüm toplamayı, düşmanlık yığmayı, çocuk kalbini bile nasırlaştırmayı, minicik bebek tabutları taşıyıp durmayı?

        Diğer Yazılar